Sürekli tartışıyoruz...
Şimdiki gençler Y kuşağı mı, hep bildik kuşakların dijitalize olmuş hali mi?
Son olaylar "hayat tarzı" ve "laiklik" üzerinden sürdürülen bir sınıf çatışması mı?
Erdoğan muhafazakar demokrat mı, bir tür diktatör mü yoksa tam anlamıyla bir neo liberal mi?
Daha neler, neler!
Tamam, hakaret etmeden, ona buna saldırmadan tartışalım! İhtiyacımız var.
Fakat bana sorarsanız...
İlk önce devletin bürokratik ve zihinsel örgütlenmesinin köklerini iyi tahlil etmek zorundayız.
Hepimiz o devletin çocuklarıyız!
Hükümet edenimiz de, sokakta sopa yiyenimiz de, plajda gazozunu içerken "her yer direniş!" diye bağıranımız da, suya sabuna hiç dokunmayanımız da...
Hepimiz o talim terbiyenin ezberlerine ve disiplinine maruz kaldık!
***
Tamam!
Vesayet rejimini hukuki ve siyasi olarak geriletebilmek nihayet mümkün olabildi.
Fakat bütün varlığını
Sünnilerin sekülerleşmesi, Alevilerin Sünnileşmesi, Kürtlerin Türkleşmesi hedefini korumak üzerine tesis etmiş bir rejimi dönüştürmek kolay değil.
Öyle bir devlet ki...
Halkı hep
teferruat olarak görmüş; şiddeti hücrelerine kadar içselleştirmiş,
yargıyı meşru hükümetlere rakip bir siyaset kurumu gibi örgütlemiştir.
Yıllar böyle geçmiş, seçimler darbeler birbirini izlemiş ama
devletin zihni ve davranış kalıpları değişmemiştir!
***
Alın size yakın bir örnek...
Geçenlerde "
Hakikat, Adalet Hafıza Merkezi" Şırnak, Cizre, Silopi, İdil bölgelerindeki
zorla kaybetmeler ve yargının tutumu konusundaki raporlarını açıkladı.
İnsan okudukça utanıyor.
Raporlara konu olan "
kayıp"larla ilgili davaların sadece
yüzde biri mahkumiyetle sonuçlanmış. Soruşturmaların
yüzde yetmiş beşi sürüncemede kalmış.
Şimdi bütün bunlarla hesaplaşmadan...
Barış sürecinin sadece 30 yıllık kardeş kavgasını bitirme çabası değil,
aynı zamanda devletin demokratik değişiminin başlangıcı olduğunu ve bu değişime
direnen güçleri görmeden...
Meydanların neden birdenbire
karıştırıldığını da anlayıp tartışamayız!