Gündemi azıcık yana itip havayı dağıtmak, iyi olmaz mı şimdi?
Hatta biraz sessizliğe ihtiyacımız var.
Ama mutlak sessizlik yoktur. Bizi yatıştıran, sevindiren, dinlendiren sesler vardır.
Mesela bir baykuş kesik kısık çığlıklarıyla geceyi bölmese...
Henüz hiç kimse uyanmamışken Boğaz'dan şehrin içlerine doğru sis düdükleri gelmese...
Bir ikindi vakti kasaba fırınından henüz çıkmış ekmeği sepetine atmış bir bisikletli asfaltta hışırtılar çıkararak önümüzden geçmese...
Sessizlik mi olurmuş!
***
Bisiklet dedim de...
Az önce bahçede yavaş yavaş yeşillenmeye terk ettiğimiz eski bisikletimize baktım. Patlak lastiklerinin beyaz yanaklarına, paslanmış didonuna, hala tatlı tatlı çıngırdayan ziline baktım.
Sonra düşündüm...
Biz toplum olarak neden bu aletlerle güçlü bir bağ kuramadık?
Nasıl oldu da, mümkün olsa tuvalete bile "
dört çeker"lerimizle gidecek bir hayat kurduk kendimize!
Şimdi gençlerimiz, mesela
Amsterdam'a falan gidip geziyor; onlarca bisiklet ve bisikletli fotosuyla dönüyorlar.
Oradayken bisiklet kiralayıp şehri dolaşıyor ve bunu muhteşem bir macera olarak anlatıp duruyorlar ama buraya dönünce bisikletlerin suratına bile bakmıyorlar.
Hiç değilse, düzayak semtlerimizde bisikletlere bir hayat hakkı verseydik!
Belki böyle bir gelişmenin hem kişisel, hem de toplumsal duygu durumlarımıza olumlu bir etkisi olurdu. Ama bu "
şeytan arabası"nı nasılsa çocukluklukla özdeşleştirmişiz bir kere! Direksiyona geçince de "
büyüdüğümüzü" sanıyoruz.
Şapşalca bir yanılgı!
***
Bisiklete "
şeytan arabası" yakıştırması yapmamız da ayrı konu.
Hemen "Neresi şeytan? Arabalara göre melek bu melek!" diyeceksiniz biliyorum.
Meraklısına
Sait Mermer'in
İtibar dergisinin haziran sayısında çıkan yazısını okumasını tavsiye ederim.
Yazar bisikletten yola çıkıp Doğu ve Batı arasındaki kültürel farklara;
teknolojik gelişmenin insan fıtratıyla sorunlu yanlarına; hatta Lautremont'tan Gazali'ye kadar uzanıyor.
Ayağın yerden kesilmesi...
"
Bu Batı'nın tarihi rüyasıdır" diyor yazar.
Bisiklet
görünüşte masumdu. Ama ardından öteki vasıtalar geldi.
Hız öyle bir değer kazandı ki; "
hedefine çabuk varan, ele geçirdi; kibirlendi." Neyse...
En iyisi yazıyı kesip yine "
sessizliğin sesi"ne kulak vermek.
Ben öyle yapıyorum şu an.
Zeytin ağaçlarının denizle birleştiği çizgide küçük dalgalar kumlara vurup ağır ağır geri çekiliyorlar.
Eminim,
dünyanın kalbi olsa, böyle atardı!