Bir bakıyorsunuz...
Sınır tanımayan bir liberal.
Sonra bir başka ortamda bakıyorsunuz; sert bir muhafazakâr.
Bir bakıyorsunuz...
Gönülden inançlı, dinine bağlı.
Derken sahne değişiyor ve karşınıza hiçbir şeye inanmayan biri çıkıveriyor.
Bir bakıyorsunuz... Her gün en vahşi kapitalist hedeflerine doğru koşar adım ilerliyor.
Sonra bir anını yakalıyorsunuz; "yahu ne zaman sosyal adaleti umursamaya başladı bu!" diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.
***
Bir bakıyorsunuz... Sanki doğuştan
prenses ya da prens! Öyle nazenin ve nazik bir disiplin karakteri!
Ama sadece gündüzü böyle.
Gecesinde ya
kurt oluyor ya da en mızmızından
arızaya bağlıyor.
Bir bakıyorsunuz...
Ruhuna hiç başka bir ruh dokunmamış, hatta belki
eline henüz el bile değmemiş.
Ama bir daha baktığınızda... Her sosyal ortama "
tutkulu bir aşkın yaralı kahramanı" olarak girdiğini fark ediyorsunuz.
***
Hepimiz az çok böyle mi olduk ne!
Anlattığım tipe uygun düşen ne çok örnek var çevrenizde değil mi?
Anlattıklarımın "
mış gibi" yapmakla ilgisi yok! Birbirinden çok farklı
haller, kişilikler, hatta kimliklerin aynı kişide böyle art arda yer alışında asla rol yüzeyselliği yok.
Psikiyatrinin pek tartışmalı
"çoğul kişilik sendromu" veya "
dissosiyatif bozukluk" dediği
rahatsızlık türüyle de doğrudan ilgili olduğu söylenemez. Zaten artık bundan
rahatsızlık duyan da yok!
Bu "
çoğul kişilik"ten çok (bizim İsmail Kılıçarslan'ın deyimiyle) "
çoğaltılmış kişilik" hali.
Gerçeklikten kopulmuyor, geçici hafıza kayıpları falan olmuyor.
İşin fenası ve arızası da orada ki,
bilinç hiç ortalardan kaybolmuyor; neredeyse her şeye müdahale ediyor.
***
Hani bir soruşturma yapsalar...
Ve bana da "
çağın insan portresini çizer misin" diye sorsalar...
Bunu anlatırım.
Peki neden böyleyiz?
Belki şöyle bir başlangıç yapabiliriz: Çok kullandığımız deyimlerden biri var ya, "
kendi ayaklarımızın üzerine basmak" dediğimiz şey hani,
en büyük palavra!
Ayaklarımızın üzerine basıyoruz, tamam da...
Durduğumuz yer neresi?
Zemin kaygan, zemin gevşek, zemin çürük.
Liberal ve Müslüman, arsız ve mahcup, efendi ve köle...
Bir o ayakla bir bu ayakla...
Bir öyle, bir böyle...
Zıplayıp duruyoruz o zeminin üzerinde!