İşini bırakınca... İşyeriyle yollarını ayırınca... İş aramaya başlayınca... Böyle alt alta sıralayıp upuzun bir liste yapabiliriz.
Ama işte görüyorsunuz, şurada yazarken bile elim gitmiyor doğruyu dümdüz söylemeye...
"İşsizken" demeye yani.
Çünkü işsizlik başka türlü bir büyük derttir.
İnsanı yavaş yavaş "görünmez" kılar; "dışarda" bırakır, gölgede 40 derece sıcakta bile üşütür; yürüyüşünü, düşünüşünü, görüşünü eğip bükmeye başlar.
İşsiz insan büzülür!
Mümkün olsa, hayatın rahmine geri dönme isteği öyle yakıcı bir sızıya dönüşür ki içinde, yaşamayan anlayamaz.
O yüzden bilmezden geliriz.
Konuşurken laf ne zaman işsizliğe gelse, işlisi de, işsizi de hemen "topu" taca atmaya çalışır.
***
Oysa hiç kaçmaya kalkışmadan ve lafı dolandırmadan
günümüz toplumlarında işsizliğin ne anlama geldiğini sadece iktisat ve medyanın diliyle değil, gündelik hayat diliyle de irdelememiz gerek.
Bunu yapabilirsek...
20'li yaşlarının ikinci yarısındaki gençlerin en yakınlarına bile açamadıkları derin endişelerini, gizli öfkelerini, ağır eziklik duygularını anlayabiliriz.
Bunu yapabilirsek...
30'lu, 40'lı yaşlardaki çalışan insanların elini ayağını bağlayan korkularını ve toplumsal adaletsizliğe nasıl teslim olup, nasıl
küçük kötülüklere seyirci kaldıklarını anlayabiliriz.
***
Son yıllarda...
Kültürel kimlikten, etnik kimlikten, coğrafi kimlikten ve diğerlerinden ne çok konuşuyoruz.
Vıdı vıdı vıdı...
Oysa esas
sosyal kimlik bir insanın işinden, mesleğinden ve bu yolla edindiği "
yer"den geliyor.
İşin varsa, sosyal hayatta da varsın.
İşin yoksa, bir süre sonra görüyorsun ki, "
yok"
sun, "
yok"
oluyorsun!
Yeni tanışılan birine ilk olarak "
ne iş yapıyorsunuz?" diye sormanın, eğer o kişi "işsiz" ise ne tür içsel acılara yol açtığını işsiz kalıncaya kadar anlamıyoruz.
***
Bir de
tuzu kuru ve nispeten genç insanlarda yeni bir
fiyaka türedi, vurgulamadan geçemeyeceğim.
Yeni bir trend bu hatta.
İşlerini umursamıyorlarmış, ne iş bulurlarsa yaparlarmış, gerekirse "
limon satarlar"mış! Çalışmayı da küçümsüyorlar.
Çiğ bir üsluplu bu tavırların altında bir "
hakikat"in fark edilmesi de yatıyor, biliyorum. Çünkü "
iyi bir işte, iyi çalış, mutlu olursun" modeli sessiz sedasız iflas etti.
Peki bu modelin yerine ne koyacağız?
İşte bütün mesele burada!
Fakat daha önce "
işsizlik"le imtihanımızdan geçmek zorundayız.
Önce "
işsizlik" acısını ciddiye almalıyız. İşsizlik belasına karşı siyasal-toplumsal bir seferberlik başlatmalıyız.
Yüksek işsizlik oranı...
Bize
adaletsiz, "
kimlik"
siz, iyilikten uzak ve mutsuz bir toplumu gösterir.
Gerisi hikâyedir.