Sırtında çantası, elinde şapkasıyla yolu bir köye düşen şehirli genç ürkek bir merakla sorar...
"Köyünüzün adı ne?"
İhtiyar köylüden beklenmedik bir cevap gelir.
"Adı yok! Biz ona kısaca köy deriz!"
Genç adam merakını sürdürür: "Elektriğiniz yok."
İhtiyar "ihtiyacımız da yok" der; "insanlar kolaylığa çok çabuk alışıyor tabii. O yüzden esas iyi olan şeyler terk ediliyor."
Delikanlı şaşırır; yanına çöker ihtiyarın; "ya ışık ne olacak?"
"Kandillerimiz var."
"Ama geceler çok karanlık olmaz mı?"
"Geceden beklenen de budur. Gece, eğer geceyse neden gündüz gibi aydınlık olsun! Ben aydınlatılan geceyi sevmem, yıldızlar görünmez ki o zaman..."
"Çeltik tarlanız var ama traktör göremiyorum etrafta."
"Bizim ineklerimiz ve atlarımız var."
"Isınmak için ne kullanıyorsunuz?"
"Ateş yakarız. Odun için ağaçları kesip biçmeyi sevmeyiz, devrilip yıkılan ağaç gövdeleri yeter bize.. Ayrıca ineklerimiz sağ olsun, tezek de iyi ısıtır!"
***
İhtiyarla genç adam arasındaki konuşma sıra hayattan ve ölümden söz etmeye gelinceye kadar sürer gider.
Nedir bu, diyeceksiniz...
Söyleyeyim;
Akira Kurosawa'nın 1990 yapımı
Yume/Rüyalar adlı filminden bir bölüm bu.
(Usta yönetmenin gördüğü sekiz farklı rüyayı beyazperdeye aktardığı görsel ve düşünsel başyapıtın içindeki tek bir rüya!)
Geçen salı "
Kaçış Planı"nda
(AHaber) filmden bu bölümü ekrana getirdik.
Sonra
Selahattin sordu bana: "
İhtiyar köylü nasıl da şehirli gencin ezberini bozuyor, değil mi?"
Durdum. İçime bir burukluk yerleşti.
Köyüne dönüp yerleşeli epey olan eski bir arkadaşımdan aldığım mektubu hatırladım o an: "Çok yaşlılar hariç
toprağı seven, tarımdan anlayan kimse kalmadı burada! Köylüler azıcık yağmur yağınca eve kapanıyor;
elektrikler kesilince telaşa kapılıyorlar. gençlerin hepsi zaten kasabaya yerleşti!
Köy dediğin azıcık sevimli, çokça derme çatma bir dekor sanki!" diye yazmıştı.
***
Nihayetinde
Kurosawa'nınki
ibret ve hikmetle bezenmiş bir rüyaydı.
Gerçek hayata gelince...
Artık bütün ezberleri bozulanlar köylülerdi!
Merkezinde şehrin yer aldığı ekonomi ve şehirli kültür köylülerin hem zihnini, hem de gündelik yaşamını darmadağın etmişti.
Gerçek şu ki,
köylülük can çekişiyor.
Farkında değiliz.
Hâlâ demode
kalkınmacı paradigmaların peşinden koşan ve "
köylülüğü öldürelim, hızla şehirleşelim, gelişme ve uygarlık budur!" diyenler gün gelecek "
ne yaptık biz!" diye ağlayacaklar, eminim!
Ama iş işten geçmiş olacak!