1920'lerde, Helsinki'de...
Büyük Finlandiyalı besteci Jean Sibelius ve arkadaşları düzenli olarak Kamp restoranda toplanır sohbet ederlermiş.
Sanatçıların, işadamlarının, hukukçuların ve hekimlerin katıldığı bu sofrada tek şart varmış,o da ölümden konuşmakmış!
Çin kültüründe limonun ölümü simgeleyişinden esinlenerek bu sofraya "limon masası" adını vermişler.
Bilmiyorum...
Belki de gündelik hayatın aldatıcı hay huyuna karşı bir direniş mevzisiydi bu sofra!
Belki işlerinde başarılı bu insanlar belli aralıklarla "limon masası"nda toplanıp titreyerek kendilerine geliyorlardı.
Bilmiyorum, hepsi bir yana..
Belki de bu sofra onlar için dostça bir dayanışma içinde kaçınılmaz sona zihinsel hazırlanışın bir parçasıydı!
Ama şunu net biçimde biliyoruz...
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ne olduysa artık... Önce Batı kültürü, sonra global kültürel yayılmanın etkisiyle bütün dünya ölümün lafından bile kaçmaya başladı.
Ölmeyecek gibi yaşamanın adı "mutluluk" konuldu.
İlginçtir, dindarlar bile ölümü somut bir "olgu" olmaktan çıkartıp soyut bir kavram haline getirdiler.