Çocuğu ilköğretim birinci sınıfta olan arkadaşlarım kendilerini internete, kitaplara vurdular.
Gün boyunca gergin bir ifadeyle okuyup notlar alıyorlar. Akşama evde çalışmaya devam etmek için bazı makalelerin "çıktı" sını çantalarına özenle yerleştiriyorlar.
Yahu ne oluyorsunuz, dememe kalmadı, anladım.
Ödev hazırlıyorlar. Çocuklarının ödevini...
Birini yakalayıp elindeki kâğıtlarda ne olduğunu sorunca "Dünya çocuk hakları bildirgesi!" dedi.
Dokunsam ağlayacaktı. "El kadar çocuk! Daha okula gideli kaç ay oldu ki, bu ödevi o nasıl yapsın, biz yapıyoruz!"
***
Günümüzde okullar kabaca iki modele ayrılıyor.
Daha
"tuzu kuru" olan birinci modelde...
Eğitim, veliyle öğretmen arasında bir ilişki.
Çocuk bu özel ilişkinin
"aracı" olmaktan öteye gidemiyor.
Veliler ikide bir okulun kapısında, öğretmenin tepesinde. Öğretmenler de sanki "madem öyle, işte böyle" der gibi, çocuklardan çok
velileri koşturup çalıştırıyor.
Velinin ödevleri, görevleri hiç dur durak bilmiyor.
Sakın ara sıra sızlanmalarına aldanmayın! Veliler bu durumdan hoşnutlar! Tuhaf ama kendilerine yüklenildikçe çocuklarına ilgi gösteriliyor sanıyorlar.
***
İkinci tip okullara gelince...
Anneler evde didiniyor. Babalar işin ya da işsizliğin yıkıcı çemberinde,
çocuklar okulda yalnız!
Öğretmenler kendi dertleriyle öyle meşguller ki, öğrencilerinin derdiyle uğraşmakta zorlanıyorlar. Sonunda
ya kendi dünyalarına ya da öğretmenler odasına kapanıyorlar!
Bazen bir öğretmen inci gibi parlayıveriyor. Bir şey öğrettiği için değil, hayır!
Öğrencilerinin ödevlerini değil hatırını sorduğu; gülümsediği ve onları dinlediği için.
Ama hepsi... O kadar işte!
***
Eğitim dediğimiz şey...
Yetiştirdiğimiz çocuklar üzerinden
bir dünya kurmak...
Nasıl mı?
Bir yanda,
ödevlerini anne babası yapmış, korunmuş kollanmış, şımartılmış öğrenciler. Yetişkinliğinde patronunun babası gibi ilgili; iş arkadaşının annesi gibi müşfik olacağını sanıp yaşadığı hayal kırıklığını bir türlü üzerinden atamayan ve kazanınca gaddarlaşan çocuklar...
Öte yanda...
Kuru "aferin"ler ile "Allah cezanı versin, kafasız"lar arasında gidip gelmiş; "ya inek olursun ya serseri" çıkmazından hasbelkader kaçabilmiş
öğrenciler.
Yetişkinliğinde yaptığı her işte bir ayağını kapı dışında tutan, kendini hep kavgada gibi hisseden, işini de dövüşür gibi yaşa***
Bu iki eğitim modelini kırmaya çalışan okullar, öğretmenler, eğitim kurumları yok mu?
Şükür ki, var!
Ama bilelim ki...
Üniversite dışında kalan eğitimi hiç önemsemez görünen bir eğitim algısına teslim olduysak da...
Gerçek hâlâ aynı!
Tuzu kurusuyla da, camı kırık, sırası dökük olanıyla da okullarımız hayatımıza damgasını ağır biçimde vuruyor.