Aşk hep yoksulları sevdi. Zenginleri de baştan çıkardı! Fakat modern çağlar farklı. Artık iş ve işsizlik var. Aşk ne işi seviyor ne de işsizliği! İşi başından aşkın insanlar nasıl âşık olabilirler ki! Çünkü kalp çarpıntılarını, gece sayıklamalarını, heyecan nöbetlerini iş hayatı tekeline alıyor ve aşka çok az şey kalıyor! Ama bir de uzun işsizliklerin kurbanı insanlar var... Sönmüş bir kalp ve hırpalanmış bir kimlikle ne kadar diri tutulabilir ki aşk ateşi!
***
İş hayatını her şeyden üstün tutanların "aşk arıyorum" demeleri yok mu, gülmekten kendimi alamıyorum. Aradıkları "kafa dinlemek" oysa! Pazartesi işe sakin bir kafa ve doymuş bir bedenle dönmelerini sağlayan haftasonu tatillerine benziyor onların "aşk" dedikleri...
***
Günümüzde işi olan için de, işsizlikten kıvranan için de hayatın merkezi çalışmak... Oysa aşk kendisinden başka "merkez" tanımaz.
***
Peki romantiklerinki neydi? Aşk mı? Ya Kerem ile Aslı'nınki? Leyla ile Mecnun'unki neydi?.. Aşktan çok aşka bir yakarıştı onlarınki. Müthiş bir bağlılık ve inatla, hiç durmaksızın "aşk olsun, bu aşksız dünyaya!" diye dua ediyorlardı.
***
Belki... Sanırım.... Elbette... Aşk dediğimiz bir "işaret" sadece! Vurgusu güçlü, gövdesi narin tek bir harf gibi aşk! O yüzden fazla zorlamaya gelmiyor! O yüzden şarkılardaki, şiirlerdeki gibi yaşanamıyor! Neyi işaret ediyor peki? Şu kuytuya çekilmiş hakikati: Sevgili ne sensin aslında, ne ben! Sevgili, "sevgi"nin ta kendisidir!
***
Artık 50'lerinde... Oysa bunca yılı "uzatmaları oynayan çocukluk"la geçirdi. Hevesleri ve hayalleri hep gerçeklerinin önünde koştu. Okuyup hekim olmuştu ama hayatını daha çok bir "hasta" gibi yaşamayı sevdi. Çok zekiydi ama duygularıyla yaşamayı seçti. Doğum gününü kutlamak için aradım geçen gün... Nasılsın, diye sordum. "Bu 50'li yaşlara zihnim bir türlü alışamıyor" dedi; "bir başka dünyada misafirlik gibi!.." Telefonu kapattıktan sonra hatırladım: Çok zaman önce gazetecilik de yapmıştı ve Gazetepazar'da "Günümüzde yaşlanmak bir bilim-kurgu hikâyesi" başlıklı bir yazısı çıkmıştı.
***
Gece... Ara sokaklarda yürüyorum. Bir ses işitiyorum sanki. "Hişştt! Hişt, baksana!" Fısıldar gibi ama neredeyse bal tadında bir ses! Dönüp bakıyorum. Bahçe duvarına sarılıp sokağa kadar uzanmış hanımeliymiş!
***
Varmak için değil, mola yerlerinin tadını çıkartmak için yola çıkmak... İşte buna bayılıyorum. Ama nicedir yapamıyorum. Yaşlandım, yoruldum mu ne?
***
Sevişmek: Çarpmak, çarpışmak, içine girmek, içine almak...
Sevmek: İçinde kalmak.