Kuvvetli poyraz var.
Limandaki tekneler huzursuzca kıpırdanıyorlar.
Vakit ikindi. Sanki bütün kasaba evlere çekilmiş.
Kıyı kahvesinin masaları boş. Bir ben. Bir de en uçtaki masada bezgin bir emekli.
Kulaklıklarımı takıp kendimi İdil Biret'in piyanosundan çıkan seslere bırakıyorum.
Chopin...
Barkarol. Op. 60.
Bir yandan da önümdeki ıskarmozları çürümüş, boyası dökülmüş sandala dalıyor gözlerim.
Barkarol, Venedikli gondolcuların şarkılarına verilen ad. Chopin o şarkılardan esinlenmiş. Bütün hayatını saran hüzne kısacık bir ara vermiş ve azıcık neşeli bir piyano yapıtı çıkarmış ortaya.
Soğuk bir Paris sonbaharında yazılmış oysa bu parça. 1846'da. Fena hasta o sırada. Üstelik George Sand'la büyük aşkının ağır ağır sona yaklaştığı zamanlar...
Neyin nesi bu allegretto, yani hayat dolu tempo peki?
***
İç sıkıntımı bastırmak, hayatı yaşanır kılmak için kendime küçük
"kaçış" alanları yaratıyorum. Oyunlar da diyebiliriz.
2010 Chopin Yılı ya... Polonyalı bestecinin 200'üncü yaşı kutlanıyor bütün dünyada ya...
Ben de bir oyun kurdum kendime;
cd'lerimi, bilgisayarımı, iPod'umu alıp bir günlüğüne bu kıyı kasabasına kaçtım.
iPod'um ihanet etti gerçi; kilitlendi. Çalışmıyor.
Ama bilgisayarıma bağladığım kulaklıklarımla idare ediyorum.
Bir tür inzivadayım.
Bu gün Chopin'den başkasına kapalıyım!
Müzik beni alıp götürüyor mu? Evet! Hele
Mi Minör Prelüd (op.28, no 24) yok mu!
Bu yapıt benim için eşsiz değerde!
Prelüd deyince...
Andre Gide'in şu sözlerine tümüyle katılıyorum:
"Neye prelüd bunlar? Bence her biri bir tefekküre başlangıç."
***
Havanın kararmasına daha çok var.
Sabahtan beri iki lokma girmemiş boğazıma.
Ama iştahım kapalı.
Birazdan ciğerlerimi saran ince hastalığın öksürüklerine boğulacakmış gibiyim! Sanki ipek bir mendili avucumda sıkıp ağzıma kapatacağım.
"Ruh çağırma" seansında
gövdesini Chopin'e teslim etmek isteyen bir medyum gibiyim.
Rüzgârın uğultusu ve küçük dalgaların kıyıya çarpışından çıkan şıpırtılar piyanonun sesine karışıyor.
Sırada
noktürnler var.
Yani
zarafet, asla bayağılaşmayan duygusallık, alacakaranlık ve
keder.
O sırada garsonun sesi beni içine daldığım halden uyandırıyor:
"Çay yeni demlendi abi, ister misin?"
Yok, diye mırıldanıyorum. Gidiyorum ben...
Kulaklıklarımı çıkartıp yerimden kalkıyorum.
Bu Chopin sarhoş eder işte adamı!
Ona daha fazla ayak uyduramayacağımı anlayıp içimden vedalaşıyorum.
Hem çakırkeyifim hem de kuzeyli bir hüznü yedeğime almışım, otelime doğru yürüyorum.