Gökyüzü hızla hareket eden bulutlarla dolu... Floransa'yı boydan boya bölen Arno nehrinin rengi iyice kararıyor.
Yağmur yağdı yağacak!
Hayır! Bu güzel fakat fena halde köhne şehre egemen olan melankolik uyku haline teslim olamam!
Onca yol gelmişim!
Bir tutam da olsa yaşam sevinci ve enerji gerek bana!
Hemen toparlanmalıyım.
En iyisi Trattoria Nella'ya; 25 yıldır Sergio ve oğullarının işlettiği o sevimli lokantaya gitmek...
Ponte Vecchio'dan ilerleyince soldaki ikinci sokağa, Via Delle Terme'ye sapıyorum. Ortaçağ kuleleri ve nemli saray duvarlarıyla örülü bu ilginç sokak bu kez öyle ıssız ve karanlık ki!
Lokantanın kapısını açıyorum. Henüz erken. Kimsecikler yok.
Federico siparişi almadan ekmek sepetini bırakıyor masaya..
O da ne?
Ekmeklerin arasında bizim "pişi"ye benzer bir şey var. Hatta ta kendisi.
Yağda kızartılmış, sıcak, küçük hamur topları!
Çok lezzetliler!
Sanki sihirli bir el dokunuyor ve bir anda çocukluğuma döndürüyor beni.
Sahne şu..
Küçücüğüm. Mutfaktayım, elim yüzüm un içinde..
Babaannem o hamurlardan yapıyor. Ben hem unla oynuyorum hem de sıcak hamur toplarını reçele banıp mideme indiriyorum!
Federico'yla göz göze geliyoruz.
Uykum açılıvermiş, canlanmış, hatta neşelenmişim.
"Biraz daha getireyim mi?" diyor göz kırparak. Anlamış besbelli. Başımı sallıyorum.
İkinci sepeti getirdiğinde "bunların adı coccoli" diyor.
Dışarıda yağmur varmış, seyahat aksilikleri bitmiyormuş, dönüş zamanının yaklaşması içimi sıkıyormuş...
Hepsini unutuyorum.
İçimde çoktan güneş açtı.