Bir uçuş mili kartı reklamı var.
Sık ekrana geliyor ve kendinden pek konuşturuyor.
Çevremdekilerin " yahu ne zaman seyretsem, pılıyı pırtıyı toplayıp gitme hissi uyandırıyor " dediğine şahidim.
Yok! O "geliyos gidiyos"lusunu kastetmiyorum.
Ötekini...
Özellikle kariyer kadınlarını ve işine her şeyden çok bağlanan erkekleri etkileyip sarsan reklamı söylüyorum.
Hani " hangi güne uyandığın fark eder? Her perşembe, her cuma aynı şekilde geliyorsa, sade ya da peynirli, o sabah hangi yumurtayı yediğin neyi değiştirir ki " diye soran; rutin hayatlarımıza burun kıvıran, günlerimizin birbirini taklit ettiğini kafamıza çakan..
Ve çözüm olarak da çok uzaklara tatile gitmemizi öneren reklam yani..
***
Ama işte asıl mesele de orada değil mi?
Modern insanın aymazlıklarından biri de tatillerini " kaçış " veya " kurtuluş " sanması değil mi?
Kimse durup kendine sormuyor: "Bütün bir yıl tatilim güzel olsun, seyahatlere çıkayım diye çırpınıp duruyorum. Koskoca bir ömrü eninde sonunda bitecek kısacık tatil keyifleri üzerine inşa etmek yanlış değil mi?"
Yani...
Reklam hoş olmasına hoş da, mesajı bu modern yanılsamaya dayanıyor.
Oysa asıl mutlu olmaya ihtiyaç duyduğumuz zamanlar hep yakındığımız rutin hayatımızdır.
Reklamın diliyle söylersek...
" Dünya bizim " ise ve " onu iyi kullanmalıysak... "
Bu her gün, her sabah, çalışırken ve evimizdeyken becermemiz gereken bir şeydir. Öyle olmalı!
Yoksa ne olacak ki!
Hepimiz biliyoruz..
Ne kadar uzağa ve ne kadar güzel, ne kadar mavi kıyılara gidersek gidelim sonunda kürkçü dükkânına döneceğiz...
***
Bu reklamın bir de zamanlama tuhaflığı da var ki, o da ayrı konu...
Çünkü korkunç bir krizin başlarındayız.
İnsanlar şimdi iş hayatının rutinliğinden değil, işsizlikten çekmeye başladı.
Reklamda çok sıkılan o kadın ve erkeğin içinde bulunduğu rutine dünden razı o kadar çok insan var ki şimdi!