Sofradalarken "Oğlum ne olacak bu halin?" diye soruyor annesi...
"Sabah uyanıyorsun, elinde kitap, yatıyorsun kitap... Havaya bak dur, çiçeğe böceğe bak, dur... Nasıl dönecek bu ev?"
Oğlan, yani Süt filminin kahramanı Yusuf taşra kasabasının sıkıntısıyla boğulan bir delikanlı...
Ruhu ise yazdığı şiirlerin kanatlarıyla çok uzaklara uçmaya kararlı bir delikanlı...
O sahnede ben de kendi yetmelik çağımı düşünüyorum.
Sabah elimde kitapla uyanıp akşam kitapların arasında uyuya kaldığım, havaya, sokağa, çiçeğe, böceğe bakıp durduğum günlerimi...
Pek bir şey fark etmiyor aslında...
Kalbini kitaplara ve şiire kaptırmış bir delikanlıysan eğer... İstanbul'un göbeğinde bile yaşasan " taşra "lısın; kendi taşrana kapanmışsın!
Herkesten " dışarda "sın zaten.
Hatta " hasta "sın!
***
Semih Kaplanoğlu 'nun Yumurta 'sı yazarları "hiçbir şey anlamadımcılar" ve çok sevenler olarak ikiye bölmüştü. Ben ikincilerdendim.
Süt 'te Yumurta'nın kahramanı Yusuf 'un yeniyetmeliğini seyrediyoruz.
Üçleme'nin son filmi Bal ise Yusuf 'un çocukluğunu hikâye edecek.
Kaplanoğlu'nun yapıtları sinemada keyifli iki saat geçirmek ya da hafta sonu eğlencesi için uygun filmler değil.
O yüzden ne kadar seversem seveyim bu filmleri, bir başkasına "aman ne olur git gör" diye öneremiyorum. Çünkü birkaç kıyı köşe sinemada gösterilebiliyor.
Ben de geçen akşam dehşetli bir trafik keşmekeşini atlatıp Beyoğlu Alkazar sinemasına koşturdum, orada gördüm filmi.
Dışarıda İstanbul'u jilet gibi kesen bir ayaz vardı.
Beyazperdede ise Ege'nin çok sevdiğim güneşinden yoksun, gri, sıkıntılı bir Tire.
***
Semih Kaplanoğlu filmleriyle farklı bir ilişki kuruyor insan.
Anlamakla uğraşmıyorsun...
Doğrudan yaşıyorsun filmi...
Etkileniyorsun.
Ya da filmin kahramanlarının yanıbaşındasın sanki. Bakıyorsun onlara, onların yaşadıklarına hiç sesini çıkarmadan tanıklık ediyor gibi oluyorsun.
Bu başka bir sinema!
Ya seviyorsun ya da hiç için ısınmıyor, sıkıntıdan patlıyorsun bu tür filmlerde.
Ben Süt'ü de sevdim.
Başlangıçtaki cep telefonuyla konuşan kız; arabalarını yıkayan baba kız sahnesi; "en büyük asker bizim asker" patırtısı sırasında Yusuf'un hali, gecenin bir vakti tek başına okul bahçesinde basket oynayan çocuk, gece sokak lambasının altında kırgın Yusuf'un kafasını annesinin omzuna bırakıverişi ve daha birçok sahne var ki..
Hepsi içime işledi.
***
Tek bir cinsel eylem göstermeden cinselliğin hayatımızdaki yeri göğü saran şiddetini seyirciye aktarabilmek!
Nice sinema ustası bu işin altından kalkamamıştır ama Kaplanoğlu becermiş...
Hem de çok etkileyici biçimde...
Başrollerdeki Melih Selçuk ve Başak Köklükaya 'yı çok beğendim.
Son notum da şu: Hep yönetmen olsaydım her filmimde
Şerif Erol 'a bir rol uydurur oynatırdım, diye düşünürüm.
Burada onu İstasyon Şefi rolünde görmek beni mutlu etti.
Peki tadı nasıldı Süt'ün, diye sormayın sakın!
İçmek için değildi ki bu süt!
Kusmak içindi...
Seyircinin de filmdekilerle birlikte içindeki yılanı kusması için...
Yılana fallus-cinsellik simgesi demek kolaycılık!
Bu yılana yetişkin teslimiyetlerin, mecburiyetlerin ve onlarla çatışan arzuların toplamı olan yetişkinlik desek?
Yanlış mı olur?