Anneanne bir saattir gözlerini cep telefonundan ayıramayan torununa baktı.
Bekliyor musun?
Evet, dedi genç kadın, onu bekliyorum.
Şöyle bir durdu anneanne, ayaklarını altına toplarken mırıldanır gibi konuştu.
Biz pencerede beklerdik, dedi; pencereden bakan kadınlardık hepimiz...
***
Upuzun bir tarih yavaş yavaş silinip gidiyor muydu yoksa?
Şimdi o pencereler küçülmüş minik bir dijital ekranın içine sığışmıştı.
Belli bir saat gelince gözler o ekrana odaklanıyor, ışığının yanması bekleniyordu.
Zaten artık kimsenin dünyası pencereden görünenden ibaret değildi.
"Dünya" ekrandı çoktandır.
Televizyon ekranı, bilgisayar ekranı, cep telefonu ekranı...
***
Yazımın girişindeki konuşma bana aktarılınca hemen aklıma Camille Laurens'in "Aşkın Romanı" adlı yapıtı geldi.
O kitapta "pencerede bekleyen kadınlar" üzerine bir bölüm olacaktı, hatırlıyordum.
Açtım, buldum. O da ninesinden, anneannesinden ve annesinden söz ederek açmıştı konuyu.
Şöyle anlatıyordu Camille Laurens...
"Pencerede bekleyen kadınlar soyunun üçüncü kuşağındanım. Ninem bir şey yapmadan duramıyordu. Camın yanında gözlerini kaldırmadan dikiş dikiyordu... Anneannem, öğleden sonraları en sevdiği koltuğunda oturur, pencereden dışarı bakardı. Dizlerinin üzerinde örgüsü dururdu. Ama o hiç kıpırdamadan otururdu. Sanırım bir taraftan da düşünüyordu. Hayatını, aşkı, bizi...
Sonra annemin, perdenin arkasından kulesindeki prenses gibi Andre'yi bekleyip gözetlediğine tanık oldum. Pencerede çok kalmıyordu. Annem onu merdivenin başında karşılıyordu.
Bana gelince...
Ben tek bir kare cam için yanıp tutuşuyorum.
Ah! Ayakta burnu cama dayalı dikilmiş annesini bekleyen bir çocuk gibi aşkı bekleyeceğim o pencere kenarını ve o zamanı bana bir verseler!.."
***
Beklemek...
Başlı başına sevmektir.
Hatta ne zaman ki erkek de beklemeye başlar; içindeki "dişi" yan ortaya çıkar; aşıktır kesin!
Ama erkekleri bir kenara bırakıp yine kadınlara dönelim; pencerede bekleyen kadınlara...
Bir yandan "yol gözleyen" bir yandan hayatı yeniden yeniden gözden geçiren kadınlar var mı hâlâ?
Gün içinde haberleşmeyi sürekli kılan, kimsenin birbirinden habersiz kalmasına izin vermeyen o aygıtlar var ya...
"Bekleme"yi kalbin derinliklerinden koparıp kısa endişelere indirgeyen o aygıtlar...
Belki de sevme ve sevilmeyi yeniden şekillendiriyorlar.
Farkında mıyız?