Karadeniz'de, tayfalık sürecini tamamlayıp; 'Reis' olarak ilk sefere çıkmak genç balıkçıların en önemli anlarındandır.
Sünnet olmak, okula başlamak, askere gidip gelmek, nişan takmak, dünya evine girmek kabilinden; izi derin, köpüğü bol anlar olarak sızar betonlaşır belleklerinde.
Kıyıdan ayrılırken dualarla, sevgi sözcükleriyle, rastgele temennileriyle uğurlanırlar elbette. Lakin son sözü söylemek ustası olan eski reisin hakkıdır.
Ritüel gereği o sözün özü de şekli de bellidir: "Minareyi kaybetme!.."
Manası mı? Hemen arz edeyim, çünkü ilginç, sevimli bir o kadar da güvene çağrı içeriyor.
Yani, usta reis diyor ki; "Evlat, balık için açıl amenna.
Kıyı baktığında belli belirsiz kalana kadar, evler, tekneler gözünde hayal meyale dönene kadar git. Ama sakın minareleri gözünden kaçırma.
Sınırın onlar olsun ki hava patlarsa ya sen limana kaç ya da yardıma gelenin olabilsin."
Ya kaybedenler
Son günlerde olup bitenlere, bunları yorumlayan, meşrebine göre tavır alan, fikir hareket önerenlere bakıp endişeleniyorum.
Gayetle makul, dingin, aklıselim çıkarımları, önerileri olanları ayrı tutayım ama fazlası var. Kerameti kendinden menkul fikirleriyle hareket önerenler, abartıyı bile abartanlar, kraldan çok kralcılardan geçilmiyor etraf. Sivili, resmisi, aydını, demokratı, öğretmeni, öğrencisi, işçisi, memuru, genci, yaşlısı, siyasisi, akademisyeni, gazetecisi fark etmiyor.
Televizyon programları başta, her yerden pıtrak gibi çıkıp fena karıştırıyorlar kafamızı.
Bunlara bakınca, usta sözü dinlemeyen taze balıkçı reisleri geliyor aklıma. Çok açılıyorlar çook. Belki de az ötelerinde patlayacak fırtınaya, dev dalgalara dikkat kesilmeyen, fazla açılan, minareyi kaybedenler geliyor yani. Haksız mıyım dostlar, siz ne dersiniz?..