Yol üstünde Balıklı Rum Hastanesi var. Uğradım. Geriatri Servisi'nin önünde durdum. Geçen yıl Saygı Öztürk'ün yazısından öğrenip ziyarete gelmiştim eski bir ustayı. Gazeteci ağabeyimiz Celalettin Çetin'e "cee" demiştim o zaman. İçeri girip sordum yaşlı hastalara. "Yukarıda yatıyor. Hiç konuşamıyor, hatırlamıyor. İleri derece Alzheimer'ı var" dediler, gidemedim odasına.
* Sıkkın ayrıldım. Arka kapıdan çıkıp gidecektim. Islık duyunca durdum. 3-4 adam oturuyor banklarda. El ettiler. Hatırladım. Uyuşturucu tedavi merkezi burası. Yavaşlayınca yanıma geldiler. "Gel bir çayımızı iç" diye ısrar ettiler.
Beyin fırtınası
* Güvenlikçi de bir şey demeyince oturdum. Konu anında uyuşturucuya odaklandı. Zaten başka ne olacaktı ki? Narkotik şube üzerine konuştuk önce. "Aslan gibi gençler geldi şubeye" dediler. Hapçıların arttığını, aile ilgisizliğini, tedavi yöntemlerinin zayıflığını filan anlattılar. Hastanenin durumu, doktor davranışları, çareler, öneriler üzerine de epey lafladık.
* Rutin sayılacak muhabbetin sıra dışı tek cümlesi, ıslıkla beni durduran arkadaştan geldi: "Yav amma da şikayet ettiniz cigaralıktan, beyazdan. Peki zamanında hiç mi keyfini yapmadınız o maddelerin? Tamam buradayız. Tedavimizi görelim, temizlenelim, tövbe edelim ama, geçmişe de bu kadar sövmeyelim."
Pardon Mansur'um
* Sonra genç bir doktor geldi yanıma. Kenara çağırıp "Orada oturmamın, hastalarla temasımın yanlış olduğunu" söyledi. Onları da uyarıp, içeri aldılar. Kalktım. Bir iki mızır ettim, ilerledim.
Kızdım önce o doktora. Sakinleşince de kendime kızdım. Çok da utandım. Oralardaki özel atmosferi en iyi bilen gazetecilerdenim güya. Laap diye çökülür mü sorup etmeden? Bir daha böyle densizlik yapmam. Mansur Hoca'yı arayıp özür dileyeceğim.