Ayvalık Belediyesi'nin düzenlediği etkinliğe katılıp döndüm. Bir kez daha hayran bir kez daha "vay bee" diyerekten gezdim gördüm geldim oraları. Hele Cunda'yı yani Ali Bey Adası'nı anlatmaya yer de yetmez zaman da.
Bütün güzellikleri hem de harikalar diyarında çektiğim fotoğraflarla sunarım yakında kısmetse. Ama genelde Türkiye'nin özelde de bu yörenin büyük bir derdinden söz etmek istiyorum öncelikle.
Issız adalarda
Yunan Adaları'na çok yakın olduğu için bu bölge kaçakların ve insan tacirlerinin gözde merkezi. Hafta geçmiyor ki bir kaçma-kaçırma-yakalanma hatta batma-boğulma olayı olmasın. Polisin, jandarmanın, sahil güvenliğin ve diğer yetkili birimlerin tüm çabasına karşın hırsıza kilit dayanmaz misali bir yolunu buluyor ve insan naklediyorlar.
Yunan devriyeler kimi zaman köhne gemilerle zıplamak isteyen modern zaman kölelerini yakalayınca bazen Türk karasularındaki ıssız adalara bırakıyorlarmış. Günlerce aç susuz bekleşen bu zavallılar da kırılıp gidiyormuş oracıkta. Konuyu kapsamlı olarak daha önce de gündeme getirmiştim hatırlayın. Şimdi bir kez daha altını çize çize harmanlamak istiyorum. Çünkü kanayan bir yara, çünkü önü alınmazsa başa sarılacak büyük bir bela.
Üst düzey emniyet yetkilileri "Kaçakları, özellikle de yabancı olanları 3 ana bölüme ayırmak mümkündür" deyip şöyle değerlendiriyorlar acı fotoğrafını:
1-Deplasmancılar:
Bunlar Kuzey Irak, İran, Bangladeş, Pakistan, Nijerya, Libya ve Fas'tan gelenler. Normal yollarla Türkiye'ye giriyor. Sonra vatandaşlarının yoğun olarak bulunduğu Eminönü, Süleymaniye, Kumkapı, Nişanca gibi semtlere gidip, orada insan kaçırma örgütlerine ulaşıyorlar. Uluslararası insan tacirleri belli periyotlarda bunları köhne gemiler ya da kamyonlarla yurtdışına kaçıracakları garantisi veriyorlar. Adam başı 2 bin- 5 bin dolar arası para peşin olarak ödeniyor bu tacirlere.
Dürüst suçlular!..
İnsan kaçakçılarının oluşturduğu çeteler Birleşmiş Milletler gibi. Aralarında her milletten insan var. Her çete üyesi alt birimler olarak kendi ülkesinin yurttaşlarından bir kurmay heyet oluşturuyor ve kendi vatandaşlarını yerleştirip-gizleyip, deplase ediyor.
Arada bir korsanlar çıkıyor ve yurtdışı niyetine Türkiye'de bir bölgede bırakıyor bu zavallıları. Ancak gerçek çete sözüne güvenilir olmak zorunda. Çünkü müracaat sayısının artması için güvenin sağlanması gerek. Adı dolandırıcıya çıkanın yaşama şansı yok. Gemi başına 1 milyon dolara yakın bir para elde edildiğini düşünürsek böyle bir ranttan vazgeçmek mümkün görülmüyor.
2-Yerleşmeci yayılmacılar:
Bunlar daha ziyade Nijerya, Sudan, Kenya, Tanzanya, Senegal, Ruanda gibi ülkelerden gelen Siyahlar. Türkiye'ye normal yollardan giriyorlar. Girer girmez de pasaport ve diğer kimlik belgelerini yakıp yırtıp imha ediyorlar. Yakalanıp sınır dışı etmeye kalksanız o şahsın konsolosluğuyla temasa geçmek gerekiyor. Lakin söz konusu hangi konsolosluksa diyorlar ki: "Bu adamın ne pasaportu var ne bir kimliği. Benim ülkemin vatandaşı olduğunu nereden bileyim?"
Polis ne yapabilir ki?
Bu kez polisin eli kolu bağlı kalıyor. Yabancılar Şubesi bunları belli bir süre gözlem altında tutuyor. Türkiye'ye sınırı olanları oradan geri yollayabiliyor. 2 yıl içinde sınır dışı edilenlerin sayısı 27 bin kişi. Ancak bunlara, yani sınır komşuluğumuz olmayanlara yapılacak hiçbir şey yok.
3-Kaptıkaçtıcılar:
Bunlar daha ziyade Rusya, Moldavya, Ukrayna, Romanya'dan gelenler. Artık hemen herkesin bildiği yöntemlerle fuhuş sektöründe icraat gösteriyor. Erkeklerin ve yaşı geçkin kadınların çoğu da son derece ağır koşullarda sanayi çarşılarında, metruk atölye ve imalathanelerde az paraçok emek yöntemiyle çalıştırılıyor. Bunlar günlük zorunlu ihtiyaçlarına ayırdıkları ufak meblağların dışında kazandıkları tüm paraları ülkelerine gönderiyorlar. Bu para transferini genellikle kendi yurttaşlarının sevk ve idare ettiği nakliyat ve insan taşımacılığı yapan firmalar kanalıyla gerçekleştiriyorlar.