Nebil Özgentürk'ün dünkü yazısını; Fazıl Say'la yaptığı o keyifli Antalya sohbetini okuyordum. Özellikle Aşık Veysel üzerine yazılan şeylere bayıldım. Dünyaya takdim edebildiğimiz ender değerlerimizden olan piyanist Fazıl Say bir kitap yazıyormuş şu günlerde. Adı da
'Veysel'in İç Sesi' olacakmış kitabın. Zaten baş ucunda devamlı Aşık Veysel müzikleri dururmuş ve onları her daim dinlermiş bu pırlanta sanatçımız.
Ata'yı kaçırdılar!..
Tesadüfe bakın. Ben tam da bu satırları okurken gözüm televizyonda yayınlanan bir reklama ilişti. Başını kaçırıp ancak sonuna yetişebilmişim. O reklamdan görebildiğim tek şey; ekranı kaplayan "Veysel aramızda" yazısıydı. Nedir bu acep filan derken, 3-5 dakika sonra yine çıktı aynı reklam ve tümünü izledim böylelikle. Sizin de gözünüze çarpmıştır; bin marifetli Ata Demirer kardeşimiz kendi halinde bir taksiciyi, Şoför Veysel'i oynuyor senaryo icabı. Sonra uzaylılar ışınlama yoluyla kaçırıp, yerine aynısının tıpkısı bir robot yapıyor ve artık her nedense o robota umut bağlıyorlar.
What is Matrix be gardaş?..
Törkiş Matrix tadında çekilen bu reklam filminin sonunda da o dediğim yazı geliyor ekrana işte; "Veysel Aramızda..."
Anlaşılıyor ki Aşık Veysel,
Fazıl'ın baş ucunda, taksici Veysel de aramızda olacak epey bir süre. Ama hem şu pazartesi sendromumuza ilaç olsun hem de Aşık Veysel adı sadece sevgili Fazıl'ın baş ucunda kalmasın diye; içinizi o büyük ozanla dolu dolu etmek istedim. Zaten o da ne demişti giderayak:
"Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın..." Şimdi gelin Aşık Veysel'i yine vakitsiz yitirdiğimiz bir ozanın Ümit Yaşar Oğuzcan'ın anlatımından dinleyelim...
İşte dostlar, anılar...
Aşık Veysel, hayatını anlattığı bir şiirinde "Üç yüz on'da gelmiş idim cihana" diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyü'nde dünyaya gelmiş. Anası Gülizar, bir yaz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel'i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet, bebenin adını Veysel koymuş.
Çiçek salgını
Yıllar geçmiş aradan; büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas'ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, çiçeğin beyi çıkmış kendi deyimiyle... Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına "Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var" demişler. Sevinmiş Ahmet emmi.
Kötü kader
Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel'in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel'in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler
Veysel'in kötü kaderine.
İlk dersler
Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas'ın köyleri saz şairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş çalıp söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh'lı
Ali Ağa'dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Ünlü halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman.
Ahmet Kutsi Hoca
Aşık Veysel, Cumhuriyet'in onuncu yıldönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda şairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel'i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel'in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımış.
Kör bir adam mı?..
Veysel'in bir başka özelliği daha varmış sevgili okurlar. O, köyünde ve çevresinde bir tek meyve ağacı olmadığı halde akıl edip ilk meyve bahçesini yetiştiren kişi olmuş. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ve çiçek varmış. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman, köylüleri; "Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle işe kalkıştı" demişler.
Fazıl meyvesi!..
Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler, önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz" diyerek Aşık Veysel'i kutlamışlar.
Ne dersiniz?.. Fazıl Say ve daha pek çok değerli sanatçı bir bakıma bu bahçenin birer harika meyvesi sayılmaz mı?.. Öyleyse reklamı filan da beklemeden ortalara çıkıp; "Veysel Aramızdaa!." diye bağırmak, onu içimizde hissetmek bize çook yakışmaz mı?..