Evlere kapandık ya, Tolstoy molstoy okumuyoruz tabii.
Bol bol film ya da dizi seyrediyoruz, çünkü okumayı değil bakmayı severiz. (Beni karıştırmayın, lafın gelişi biz dedim.)
Otuz yıl önce aklıma gelmişti, "Yahu ben köşe yazarlığı gibi köşe konuşmacılığı yapsam, çıksam her akşam beş dakika bir şeyler anlatsam televizyonda"...
"O kaymağı sana yedirmezler oğlum" demişti, artık arkadaşım olmayan bir arkadaş... Henüz emekleme döneminde olan özel televizyonda yöneticiydi.
Sonra baktım, benim fikrimi bir başkasına uygulatmışlar, kaymağı başkaları gövdeye indirmiş.
Kısa süre sonra bana da bir fırsat tanındı.
Neyse ki pasta büyüktü.
Ve de tuttu iş.
Halkımızın "okumama" alışkanlığına güveniyordum.
İyi anlatılırsa, bizim insanımız okumazdı ama can kulağıyla dinlerdi.
Ama bunun önşartı, çok amiyane tabiriyle "halkın anlayacağı şekilde" konuşmaktı.
Gerektiğinde de "devrik cümle" kurmaktan korkmamak.
Çünkü insanlar gündelik hayatta devrik cümlelerle, es'lerle konuşurlardı.
Yaptığımız iş asla "yazı yazmak" değildi, konuşma hazırlamaktı.
Yazı yazıp onu ekranda okursan "kitabi" ve hatta "ukala" kokacaktı... Aynı işi deneyen çok kişi bu yüzden tutturamadı.
***
Beş dakikayı asla geçmemek, tercihan üç dakikada lafı bitirmek de şarttı. Fazlasını kimse çekmezdi.***
Bu niteliklere sahip olmayan birçok kişi, "Engin yapıyor biz de yaparız" rahatlığıyla kamera karşısına geçti ve çuvalladı.***
Yanlış anlamayınız. Kasılmıyorum, hava atmıyorum, kendimi kuru fasulya gibi nimetten de saymıyorum, dostça dertleşiyorum.