Ne gamsız bir kamuoyudur yahu, basın gündemini üç gün geçince unutuyor...
Televizyon için bu süre üç aydır, dizi bugün yayından kalksın, üç ay sonra ne Hürrem kalır ne Süleyman. Bakın Pargalı unutuldu bile.
"Gaffur" diye bir kapıcıyı hatırlayan var mı içinizde?
Peki Burhan Altıntop'u?
Hani bir de Yüzbaşı Sarkis Torosyan vardı...
Çanakkale'de savaşmış, sonra bize karşı Arap isyanına karışmış, Amerika'ya yerleşip anılarını yazmış da Profesör Ayhan Aktar dilimize çevirtip yayınlamış.
Torosyan'ın yalan söylediği ileri sürüldü. Halil Berktay'ın iddia ettiğine göre subay bile değildi. Hakan Erdem onun Amerika'ya ilk kez 1916 yılında gittiğini, dolayısıyla anılarında yazdığı gibi Çanakkale'den sonra Romanya cephesinde de dövüşmüş olamayacağını söylüyordu.
Torosyan mesleğini de Amerikan makamlarına "boyacı" olarak bildirmemiş miydi?
Tarihçi Taner Akçam, Torosyan'ın torunu Louise'i buldu ve konuştu. Kız (bugün orta yaşlı bir kadındır) dedesini doğruladı.
Akçam bir şey daha yaptı: 1916 yılının Amerikan "muhaceret bürosu" kayıtlarını inceledi. Buna göre, 1916 yılında Torosyan soyadını taşıyan bir kişi Amerika'ya girmemişti.
Peki Torosyan, Amerika'ya asıl gittiği 1920 yılında niçin "dört sene evvel de geldim" demişti?
Amerikan makamlarına şirin görünmek ve ülkeye girişini kolaylaştırmak için! ("Ben yabancı değilim" numarası.) Daha önce isteseydi de gidemezdi. Çünkü 1916 yılında Ermeni tebanın Türkiye'ye girip çıkması kesinlikle yasaklanmıştı! Başka ülkelerin vatandaşı olan Ermeniler'e bile izin verilmiyordu.
Peki Torosyan, 1940 yılında Amerika'da yapılan nüfus sayımında işi ve mesleğini niçin "boyacılık", tahsilini de "orta birden terk" olarak göstermişti?
Topçu subayı olduğunu açık edip de Amerika'nın yakın zamanda gireceği pek belli olan yeni dünya savaşında askere alınıp bir de Pasifik cephesinde dövüşmemek için!
Gerçek şu ki, anılarında birçok ayrıntıda ne kadar "uçmuş" olursa olsun, Osmanlı ordusunda böyle bir subay vardı. Çanakkale üzerine yazdığı satırlarla ilgili olarak yok efendim taarruz saatini, yok efendim tepenin rakımını, yok efendim topunun kalibresini tartışanlar, meselenin özünü gözden kaçırıyorlardı.
Meselenin özü de şuydu: Osmanlı ordusunda, elbette imparatorluğun son döneminde, "Türk olmayan" subaylar var mıydı, yok muydu?
Vardı. Asker de vardı, subay da.
Müslüman da vardı, Arap ve Kürt, gayrımüslim de vardı, Rum, Ermeni ve Yahudi.
Tıpkı Osmanlı meclisinde mebus olarak da varoldukları gibi...
Osmanlı ordusu, Türk ağırlıklı olmakla birlikte, bir "imparatorluk" ordusuydu.
Bunu özellikle unutturmaya çalışıyorlar, o zamanki ordumuzu "katıksız Türk" olarak yutturmaya çalıştıkları için.
Unutturmaya çalışıyorlar, çünkü akıllı ve bilinçli okur, bunun hemen arkasından "peki cumhuriyet ordusunda niçin yoktur" sorusunu soracak!
Gerçek şudur: Ermeni subay Çanakkale'de imparatorluğu korumak için çarpışırken, cephe gerisinde ailesi, anası babası, kardeşi katlediliyordu!
Bu kadar. Bu tartışma da burada biter.