Açık söyleyeyim mi? "Türkiye savaşa girerse" diye değil, "Tayyip girer de kazanırsa" diye korkuyorlar!
Kemalist cephenin hükümete yönelttiği eleştirilerden biri de "Ortadoğu'ya bulaşmak" meselesidir. (Öte yandan, artık açıktan açığa ekonomide "otarşi" politikasının terkedilmesine karşı çıkamıyorlar, o mevziyi çoktan kaybettiklerini anladılar. "Kendi yağıyla kavrulma ekonomisini" en geri kalmış Kemalist bile savunamaz oldu.)
Fakat "dış politikada otarşi"... Bakın onu ısrarla istiyorlar. Avrupa Birliği'ni de asla istemiyorlar ayrıca.
İktisadi yalnızlık uyduramadık, siyasi yalnızlık verelim!
Çünkü Atatürk döneminin en çok övülen "erdemlerinden" biri bu...
Gerçi işlerine geldiği zaman Balkan Paktı'nı falan savunurlar ama, hiçbir sonuca ulaşmamış, hiçbir işe yaramamış bu gibi "sözde bağlantı" girişimleri temelde otarşiyi bozmaz. "Kimsenin tek karış toprağında gözümüz yok" deyip punduna getirince Hatay'ı almak da, otarşiyi sarsmıyor. (Kıbrıs'a barış götürüyoruz diyerek yarısını cebellezi etmek gibi.)
Geçenlerde hem şarkıcı hem türkücü, hem yönetmen hem romancı, hem politikacı hem köşe yazarı bir vatandaş, "Ortadoğu'ya sırt çevirme politikasının terkedilmiş olmasını" şiddetle eleştiriyordu...
Atatürk Ortadoğu'yla hiç ilgilenmemiş, elbette bir bildiği varmış, şimdi sen bulaşırsan işte böyle kendini savaşın eşiğinde bulurmuşsun...
Unutuyorlar: O zamanlar Ortadoğu ülkeleri birer "manda" (mandat), yani adı konulmamış birer sömürge durumundalardı. Suriye ve Lübnan Fransa'ya, Irak, Ürdün, Filistin ve Mısır da İngiltere'ye görünürde gevşek bağlarla bağlıydılar.
Yani, Ortadoğu'ya eğilmek, İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarına çomak sokmak olurdu.
Atatürk bu hatayı yapacak değildi... Yapacak olsaydı, Musul ve Kerkük'ü sessizce terketmez, direnirdi... Atatürk'ün antiemperyalizmi Türkiye sınırlarında başladı ve bitti. (Onu para göndererek desteklemiş olan "Hintli Müslümanlar" hayal kırıklığına uğradılar. Pakistan, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkeler, Türkiye'den medet ummadan kendi göbeklerini kendileri keseceklerdi çaresiz, ama otuzkırk yıl sonra...)
Üstelik, oralardan daha yeni "kovalanmış" olan Osmanlı, hangi yüzle Arap ülkelerine yönelebilecekti? İstenmiyorduk ki.
Günümüzde Türkiye'nin istense de istenmese de, kendisi istese de istemese de Ortadoğu'ya sırt çevirmesi, burnunun dibinde olup bitenleri hiçbir şey olmuyormuş gibi seyretmesi mümkün müdür?
Hem Ortadoğu'ya bulaşmayalım deyip hem Beşar Esad'a destek heyeti göndermek, zırvalamaktan başka bir şey değildir. Hani, sırf Amerika'ya karşı olduğu için Saddam Hüseyin'i desteklemiş olmanın da bir "solcu ahmaklığı" sayılması gibi. Ama işte Arap BAAS Partisi'nin "asker ve sivil ittifakı" yani "bürokrat diktası" ilkesi, onun Türkiye'deki "ruh ikizlerini" de ister istemez Arap diktatörlerini savunmaya zorluyor!
Asıl korktukları da nedir, bilir misiniz? Recep Tayyip Erdoğan bir de "Şam fatihi" ünvanını eline geçirirse, oyların yüzde seksenini süpürür, daha da kimse yanına yaklaşamaz artık!
Şimdi de yaklaşamıyor da, hiç olmazsa "Kemal gelmezse Mustafa gelir" diye saçmalamaya ve kendini kandırmaya iyi kötü bir manevra alanı var.