Allah rahmet eylesin, Metin Erksan da, daha önceleri kullandığım bir deyimle "bataklıkta çiçek yetiştirmeye çalışan" sanatçılarımızdan biriydi işte...
Yaptığı her iyi filme karşılık yirmi tane de kötü film çekmeye zorlamışlar, adamı daha yaşarken öldürmüşlerdi.
Memduh Ün için de aynı şey geçerli değil midir? (Hiçbir sinema kitabı okumamış olmakla övünen Atıf Yılmaz konusunda kararsızım.)
Piyasada ona "Deli Metin" derlerdi. Türkiye'de bu bir hakaret değil, iltifattır. Bu ülkede adını deliye çıkarmadan hiçbir olumlu iş yapamazsın.
Bütün bir Yeşilçam sinemasının en iyi filmini de çekti ("Susuz Yaz"), Fatma Girik'e "kadın Hamlet" oynatmak gibi uçuk kaçık işlere de imza attı (Hamlet'i bir kadına oynatmak, on dokuzuncu yüzyıl tiyatro yönetmenlerinin sevdikleri bir yorum denemesidir, günümüzde buna kalkışan kimse yok.)
Dedim ve durdum. "Susuz Yaz" kime göre, neye göre Türk sinemasının en iyi filmi oluyordu?
1963 yılının verilerine ve o yıl Berlin'de toplanan jürinin üyelerine göre...
Peki, Victor Hugo'nun "Sefiller" romanının "romantizm akımının en parlak ve en son sözü, dünya sanatına veda mesajı" sayılması gibi, Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum" filmi de "Yeşilçam anlayışının en parlak ve en son sözü" sayılmamalı mıydı?
"The quintessence of Yeşilçam" diyeyim, anlayan anlasın. (Korkmayın, "Green Pine" demeyeceğim.)
Örneğin, tabii son sekansını kesip çöpe atmak şartıyla, başka birisi çıkıp Türk sinemasının en iyi filminin "Üç Arkadaş" olduğunu da söyleyebilirdi rahatlıkla... Esas oğlanla arkadaşı hapise girince film biter, kör kızın gözlerinin açılıp gazino şarkıcısı olması tipik bir Yeşilçam rezilliğidir. Eleştirmenler "ama Charlie Chaplin..." demesinler, "Şehir Işıkları" filminde çiçekçi kız şarkıcı olmuyor.
"Yılanların Öcü" falan gibi, altmışlı yılların "köylü modasına" uygun basitlikleri de geçiniz...
Kim nasıl karar veriyor bu "en iyi film" saçmalığına?
Elbette, hep hatırlattığım "sinema sanatının evrensel ilkeleri" diye bir ölçüt vardır ve kalkıp da "Kolsuz Kahramanın Kolu" filminin "Batı Yakasının Öyküsü"nden daha iyi bir film olduğunu söyleyene gülerler. Şekip Ayhan Özışık'ın Johann Sebastian Bach'tan daha iyi bir besteci olduğunu söyleyene gülecekleri gibi.
Bakınız, biz "en iyi film" deyince hep "Potemkin Zırhlısı"nı bellemiştik ("Lodos Zühtü" olacak değildi ya), ama o da taa 1958 yılında Brüksel'de toplanan bir jürinin seçimiydi.
Şimdi de İngiltere'de yayınlanan ünlü "Sight and Sound" dergisi, bütün zamanların en iyi filmi niyetine "Vertigo"yu seçmiş.
Hoppala! Yahu "Vertigo", Alfred Hitchcock'un kendi filmografisinde bile en iyi filmi değil ki, bir de üstelik bütün dünya sinemasının en iyi filmi olsun...
Adamına göre değişir efendim, zevkler ve renkler tartışılamıyor. Kimisi çıkar, hiçbir filmini on dakikadan fazla seyredemediğim Nuri Bilge Ceylan'ı "büyük sinemacı" yapar (jenerikte Scarlatti'nin çok sevdiğim Fa Minor Sonat'ını çalması bile "İklimler" filmini bana seyrettiremedi...)
Kimisi çıkar, genellikle yirmi sayfadan fazla gitmeyen Orhan Pamuk'a Nobel verir.
Haruki Murakami'nin o yerlere göklere sığdırılamayan "1Q84" romanını aldım, epeyce de okudum ("paralel evrenler" konusu her zaman ilgimi çekmiştir), fakat romanın bir yerinde küçük kızın ağzından cüceler çıkmaya başlayınca bıraktım.
Başta bendeniz olmak üzere hiçkimseye aldırmayınız efendim, kendi kararınızı kendiniz veriniz, film seyrederken de, roman okurken de, sandıkta oy verirken de.