Kılıçdaroğlu "altta kalmamak" için bir koşu Somali'ye gitti geldi ya, postalcı memur gazetesi hemen bir adamını yanına katmış. Amaç reklamını yapmak.
Yapacaklar tabii, yapsınlar. Demokraside şaklabanlık serbesttir.
Yanına kattıkları arkadaş, daha önce "Erdal İnönü reklamıyla" başarı kazanmış, yetenekli bir çocuk.
Uçakta sorular sormuş. Ne yer, ne içer, ne okur ne dinler, pantalon kullanımında sağcı mıdır solcu mudur, buna benzer çok önemli bilgiler...
Sayın Kılıçdaroğlu da, boş zamanlarında, televizyonda bu soruya muhatap olan her güzel manken kızımız gibi kitap okuyor, müzik dinliyor.
Yok, daha çok da "rapor" okuyormuş. Parti içinden kendisine verilen raporları. Bir de, Cumhuriyet gazetesinin bulmacalarını çözüyor, en zoru onlarmış. (Aynı gazetenin satranç problemleri de fena değildir.)
Fakat en çok sevdiği yazar... Elbette Yaşar Kemal.
Onu en çok etkilemiş roman... Elbette İnce Memed.
En sevdiği ressam... Hayrettir, Fikret Mualla. Aslında Nuri İyem severmiş ama (elbette!), çok pahalı olduğu için alamıyormuş. Fikret Otyam alıyormuş.
Sevdiği türkücüler, elbette en başta Ruhi Su, sonra Aşık Mahzuni Şerif ve Sabahat Akkiraz. (Arif Sağ'ın hakkını yemiş.) Sevdiği oyun, Halk Oyuncuları'nın bir zamanlar solcuları birbirine katmış "Devr-i Süleyman" adlı kötü müzikali... 1968... Ben Şan Tiyatrosu'nda turnede izlemiştim, o Ankara'da Çetin Köroğlu'ndan "orijinalini" izlemiş olmalı.
Sinemada da "yenileri pek bilmiyormuş", Zeki Ökten, Metin Erksan ve Lütfi Ömer Akad'da kalmış.
Tövbe, bir de Marlon Brando'nun "Adada İsyan" filmini unutamıyor.
Gazeteci arkadaş açmamış, biz ekleyelim: Filmin adı "Burn!", ya da "Queimada Yanıyor".. Yöneten Gillo Pontecorvo.
Başka? Başka yok.
Kılıçdaroğlu'nun kültür dağarcığı bu kadar.
Daha fazla da olamıyor. Kılıçdaroğlu yeni Türk yazarlarını, yeni Türk sinemasını izleyecek "kapasitede" değil.
Altmışlı yıllarda ne öğrendiyse, o.
Onu "yetmişli yıllarda kalmış" diye suçlayan arkadaşlar vardı, keşke yetmişlere gelebilse, Kılıçdaroğlu altmışlarda.
Başka bir şeye "muttali" olamıyor çünkü Kılıçdaroğlu'nda "lisan" da yok.
Dünyada olup bitenleri izlemeye vakti de yok, altyapısı da.
Ama, Flaubert'in "idee reçue" dediği önyargılardan bol bol vardır. Sorun, hiç okumadan Kemal Tahir'den nefret ediyordur. (Murat Belge hiç olmazsa okuduktan sonra ediyordu.) Kılıçdaroğlu'nun "kalibresi", onun reklamını yapan gazetenin kadrosunun ve müşterisinin kalibresiyle mükemmelen örtüşüyor. Onda kendilerini bulmuşlar ve mutlu olmuşlardır.
Onları çok iyi hatırlarım... Altmışlı yılların kırpık bıyıklı, beyaz gömlekli, füme pantalonlu, gri hırkalı, spor ayakkabılı, İstanbul ya da Ankara'da bir üniversiteye kapağı atmış Anadolu gençleri... İçki sevmezler, çokça çay ve yanında Birinci sigarası içerlerdi (Kılıçdaroğlu bir günde bırakmış.)
Koltuklarının altında "bir bayrak gibi" taşıdıkları Cumhuriyet gazetesi ya da Yön dergisi yüzünden faşistlerden sık sık dayak yerlerdi.
Haksızlık da etmeyelim, hiç ilerlememiş değiller. Günümüzde faşistlere şirin görünmek için "Horasan yaylasının Oğuz Türkleri'nin Kayı boyundan geldik" diye pazarlıyorlar kendilerini.
Ne de olsa yaşlandılar. Ömürlerini de böyle tüketecekler, hep muhalefette.