Bendeniz sporcunun aptal, hantal ve ahlaksızını sevdiğim gibi, Eurovision yarışmasının da "çemişliklerini" severim.
Biri İngilizce, öteki Fransızca bilen (eşitlik olsun) medya gençleri arasından seçilmiş ama mutlaka biri kız öteki erkek (gene eşitlik olsun) iki sunucunun "çok heyecanlanırmış gibi" yapmasını örneğin...
Sanki umurlarındadır Litvanya'nın kaç puan alacağı...
Hiç puan alamayan en kelek topluluk üyelerinin bile (özellikle esas kızın) kuliste ellerindeki bayrakları sallayarak çok heyecanlanmış gibi yapmalarını...
Sonuncusun be şabalak, ne tepişiyorsun?
Hele o Ankara bağlantıları... Her ülkenin her bağlantıcı dilberinin en sevimsiz ara gösteriye bile "först, tenk yu for dis vandırful şov" demesini, bunu bir görev saymasını...
Sonra da tabii "hiyr ar dı rizalts ov dı Törkiş cüriy"...
İngilizce kötü telaffuz edilmek kaydıyla ama. Öbür türlü tadı çıkmaz.
Tövbe, artık kaldırdılar galiba, cep telefonuyla halka soruluyor.
Ama yarışmaya Luxembourg da katılmazsa hiç keyfi olmaz: Laksımböörg!
Haaa, bir de "former Yugoslav Republic of Macedonia" var tabii.
Niçin bize de "former Ottoman Empire and now the Turkish Republic" denilmiyor efendim? Bülent Özveren bunu uluslararası platformlarda tartışmaya açsın.
Milli Eurovision sunucumuz Bülent Özveren'in "birbirine oy veren Yunanistan ile Güney Kıbrıs'a" nezleli sesiyle her yıl mutlaka saydırmasını... "Kıbrıs Rum Kesimi" tabii... Kuzey Kıbrıs'ı, "Kıbrıs Türk Kesimi"ni niçin yarışmaya sokmuyorlar acaba?
Ermenistan'dan oy çıkmayınca hüzün...
Biz onlara o kadar yakınlık gösterdik, nankörlerin yaptıklarına bak...
Yok hemşerim, Türk'ün "Gastarbeiter" den başka dostu yok!
Ve de gurbetçi oylarını toplayınca "Almanya bize on iki puan verdi" diye enayi sevindirikleri...
Eurovision, ilk yirmi yılında "iyi pop müzik" üretilen bir yarışmaydı. (Akla hemen Abba topluluğu gelir. Siz buna France Gall'i, Sandie Shaw'u, Anne-Marie David'i falan da katınız. Akılları ermediği ve kültürleri yetmediği için, gazetelerin kültür ve sanat servisleri, gelmiş geçmiş en büyük Fransız şarkıcılarından biri olan Andre Claveau'yu hiç hatırlamasınlar.) Asla bir San Remo kadar iyi olmasa da...
Sonraları, ülkelerin iyi şarkıcılarının katılmaktan, daha doğrusu oraya "düşmekten" titizlikle kaçındıkları, kötü müzik üretilen, müziğe değil "atraksiyona" yaslanan, üstelik anlayanın anlamayanın oy verdiği sıradan, hatta kelek bir yarışmaya dönüştü.
O zaman da koskoca bir Patricia Kaas geldi sahneye çıktı, "şarkı budur ve böyle söylenir" dedi günün birinde, tükürür gibi baktı ve gitti.
Sonuncu olunca bunu bir "milli dava" haline getirmiştik, önce küstük katılmadık, sonra yıllarca kıvrandık, günün birinde birinci olduk, intikamımızı aldık.
Hepsi bu. Budur.
Ama geyiği gene de insanı eğlendiriyor:
Şimdi gene Semiha Yankı (hatta Ali Rıza Binboğa), Ajda'nın hayal kırıklığı, Çetin Alp'in yetersizliği, Sertab'ın göbeği, Hadise'nin bacağı falan hatırlanacak. Çağın gereği olarak da, gazetelerde gitgide daha fazla yer tutmaya başlayan "twitter geyikleri" yayınlanacak. (Polat Alemdar'ın bize oy vermeyen ülkelerden hesap soracağı bir "Kurtlar Vadisi Eurovision" çemişliği bile düşünülebilirmiş.) Türkiye, Eurovision'da elenmiş.
Bu da memlekette "sarsıntı" yaratmış.
Neden sarsılıyorsun yavrum, Unkapanı İMÇ çarşısında babanın kasetçilik şirketi mi battı?