Yok efendim, Gazeteciler Cemiyeti'ni ele geçirmiş Kemalist arkadaşların utanmadan OdaTV sitesine ödül verip sonra da utanıp bunu askıya almalarından sözetmiyorum. (Askıya alıyorlar, geri alacak cesaretleri yok.) Edebiyat ödülünden sözediyorum.
Daha doğrusu, edebiyat ödüllerini niçin artık gazetelerin kültür ve sanat servislerindeki birkaç genç arkadaştan başka hiçkimsenin ciddiye almadığından...
Geçen gün Ali Teoman adında bir yazar kırk dokuz yaşında öldü.
Okuduğum bir yazar değildir. Kalıcı olur mu, bilemem.
İnsan benim yaşıma gelince artık "fiction" okuyamaz oluyor, ancak tarih ve biyografi okuyorum... Kitapçılarda dağ gibi yığılı yüzlerce moloz da itici geliyor tabii (yarı-aydın kadınlara yönelik yerli ve yabancı aşk romanları, birtakım "mistik" sayıklamalar, son yıllarda hüküm süren "Osmanlı modası" uyarınca eline her kalem geçirenin yazmaya koyulduğu kötü kitaplar, vesaire...)
Hele hele "turistik gerçekçilik" akımının ödüllü temsilcilerine hiç dayanasım yok. (Bu "turistik gerçekçilik" tanımına bir mim koyunuz, ileride döneceğiz, patenti bana aittir, hiçbir eleştirmen araklamaya kalkmasın.)
1991 yılında, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü, Nurten Ay adında, hiç tanınmamış, duyulmamış bir yazar kazanmıştı.
Bu Nurten Hanım, ünlü bir işadamının sekreteriydi.
Bendeniz o tarihte de SABAH gazetesinde köşe yazarıydım efendim (orta sayfada, meslek deyimiyle "göbekte" yazıyordum, bugün Mehmet Barlas'ın bulunduğu yerde), bu Nurten Hanım'a seslenerek "aramıza hoşgeldin bacım" falan diye ahmakça bir yazı da kaleme almıştım! Tuzağa herkes gibi ben de düşmüştüm.
Nurten Ay ödülünü törenle aldı ve... ortadan kayboldu. Bir daha tek satır yazıp yayınladığını gören çıkmadı.
On altı yıl sonra iş anlaşıldı: Fos çıkan Nurten Ay değildi... Bu ismin arkasına saklanan yazar aslında Ali Teoman adında bir gençti.
Asıl adı bu bile değilmiş, Ali Tataroğlu'ymuş, onu da şimdi öğrendik.
Bu yazarı geçen gün kaybettik ne yazık ki... Dediğim gibi, okumuşluğum yok, önem derecesini, "kalibresini" bilemem.
Fakat yirmi yıl önce niçin böyle bir sahtekârlığa gerek görülmüştü?
Ünlü örnektir, Polonya asıllı Fransız yazarı Romain Gary'nin Emile Ajar takma adıyla yapmış olduğu gibi, "jüriyle dalga geçmek için" falan denecektir...
Ama Gary zaten tanınmış, okunan bir yazardı, edebiyat kodamanlarıyla azıcık kafa bulmak isteyebilirdi. Burada hiç bilinmedik bir genç adam ve olayda "kullanılan" bir sekreter hanım sözkonusu...
Öte yandan, yazarların takma ad kullanmaları da edebiyat tarihinde sıkça rastlanan bir gelenek... (En basit örnek, Orhan Kemal adıyla yazan Mehmet Raşit Öğütçü değil midir?)
Fakat Nurten Ay takma ad falan değildi ki, etten kemikten gerçek bir insandı! Ortaya çıkıp hiç tınmadan ödülü almış, ona buna demeçler, röportajlar falan da vermişti.
Merhum Ali Teoman bu numarayı niçin yapmış, Nurten Hanım bu saçmalığa niçin alet olmuş (daha ağır bir deyim kullanmak istemiyorum), edebiyat "dünyası" bunu nasıl yutmuştu?
Teoman'ı ve olayı çok ciddiye alan bir gazete "kanser olduğu için" diyor...
Bak sen...
Asıl ismini yeterince fiyakalı bulmadığı için kendine daha oturaklı bir isim uyduran yazar çok görülmüştür ama, hasta olduğu için bir sekreter kızın kimliğini araya sokan yazar hiç duyulmamıştır. (Kız törene gitse de "bu ödülü arkadaşım -ya da dostum, ya da sevgilim, her neyse işte- adına alıyorum" dese kim ne kazanacak, kim ne kaybedecekti?)
İşte böyle böyle kimse artık iplemez oldu, hani o hep aynı üç-beş ahbap çavuşun onu bunu turnikeye sokarak sırayla dağıttığı "edebiyat mafyası" ödüllerini!
Yazıyı okuyunca Doğan Hızlan telefona sarılmasın, açmayacağım.