Öyle değil midir efendim, bir konu, "ulema" tarafından "avama" farklı, "havassa" farklı anlatılmaz mı?
Alt sınıf ve üst sınıf yani...
Ulemayı anladık da, asıl politikacı bu ikileme en yatkın aday.
Bir konuyu "halkın ve herkesin anlayacağı şekilde" kısa, açık ve yalın anlatmak başka şey, "gerektiğinde ağız değiştirmek" başka şey.
O zaman da, merdiven önünde gazeteci kameralarına efelenmek başka şey, basın toplantısında çok daha derli toplu konuşmak başka şey oluyor.
Ya da, meclis grubunun "basına açık" bölümünde esip savurmak, basına kapalı bölümünde ağzını toplamak gibi...
Bunu başbakan da yapıyor ama hadi diyelim ki o, düşmanlarının sık sık ileri sürdükleri gibi "Kasımpaşalı"... (Ben de Beşiktaşlı'yım, hatırladınız mı, Etilerli ve Nişantaşılı düdükler?)
Hadi diyelim ki o, halkın adamı...
Hani şu cahil olduğu için kime oy vereceğini bilemeyen, ampul kafalı, göbeğini kaşıyan, kısa ve kıllı bacaklı, "bir türlü adam olamayan" kitlelerin önderi...
Karikatürcülere konu olduğu üzere "yabancı liderlerle" nasıl konuşulacağını da bilmiyordur belki: "Baktım oradan Sarkozy beni kesiyor, Angela da kesik atmaz mı? Obama'ya dedim ki, aga, ne iş?"
(Koskoca Latif Demirci, Türk ve dünya karikatürünün en önde gelen büyük sanatçılarından Latif Demirci, sırf Aydın Doğan'a ve Ertuğrul Özkök'e yaranmak için bunu da yapmıştı...)
Hadi diyelim ki "emekli memurların beğenecekleri cici çocuk" imgesine uymuyor... Ayakkabılarını boyatıyor, dişlerini fırçalıyor, saçını tarıyor, boyunbağını bağlıyor ama gene de onlara yaranamıyor...
Ya peki Kılıçdaroğlu'na ne oluyor?
Kahvede okey oynayan kendi partisinin alt tabakasına şirin görünmek için başbakana "Recep Bey" dedi.
Böylece "bey" kelimesinin "küçümseyici" ve hatta "aşağılayıcı" sayıldığını da öğrenmiş olmuştuk. Bey olmak ayıptı.
Bir gazeteci de, bir türlü darbe yapmayan, darbecilere de engel olan Hilmi Özkök'e "Hilmi Bey" diyordu hani...
Faşist kafasına göre sivil olmak da ayıptı! Sivil, ikinci sınıf insandı...
Ankaralı, herkese "sayın" diye seslenirdi. İnsanlar Esenboğa'ya inince sayın kesilirler, Yeşilköy'e dönünce yeniden beyliğe ya da hanımlığa düşerlerdi.
Evet, Sayın Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a Recep Bey diyordu... Onu "Ankaralı'dan" saymıyordu... Recep Bey, alt tarafı göbeğini kaşıyanların adamıydı... Böyle adamların eline devlet teslim edilir miydi? Devlet, sınıf değiştirip "memuriyete intisap etmiş" köylü çocuklarından, örneğin emekli sigorta müdürlerinden sorulmalıydı, ticaretten gelen "bezirgân takımından" değil.
"AKP'ye oy verenlerin elleri kırılsın inşallah" gibi en düşük mahalle karısına bile yakışmayan basitlikler de sergiledi...
Fakat bir de baktık, başbaşa yaptıkları görüşmenin ardından, Kılıçdaroğlu'nun gözünde Recep Bey "sayın başbakan" oluvermiş.
Ayıp oluyor pek sayın Kılıçdaroğlu. Avama başka türlü, havassa başka türlü konuşmayınız.
Sizin Horasan yaylasından gelip Kayı boyundan süren, Oğuzlar'a dayanan "mis gibi Türk oğlu Türk" törenizde var mı böyle ikiyüzlülük?
Hadi Dersimli yapsa, Türkçesi kıt diyelim de...
Ve de muhalefet yapma tarzınızı ucuzlatmayınız.
Bakınız, velinimetiniz Deniz Baykal da, 1993 yılında, Özal'ı Çankaya'dan "onursuzca indireceğini" söylemişti. Sanki Özal oraya milletvekillerinin oylarıyla değil de, darbe marbe yaparak çıkmıştı.
Sonunda inen, başkasıyla evli kadınların odalarında yatağın kenarına paçalı donuyla ilişen Baykal oldu. Onurlu bir şekilde gitti.
İki sene evvel bir şey daha demişti... "Allah kimseyi Kemal Bey'in eline düşürmesin" demişti.
Bugünkü aklı olsa "Önder Bey'i" de ekler miydi acaba?