Belçika'da seçimleri "ayrılıkçı parti" kazanmış, hem de oy patlaması yapmış, Belçika bölünüyormuş, bizimkilerde bir telaş bir telaş: Acaba Türkiye de bölünür mü, acaba Belçika'ya benzer miyiz?
Gene de "Malezya'ya benzer miyiz, İran'a benzer miyiz" korkularından daha "ileri" bir geyik sayılmalı...
Birkaç şeyin altını çizelim, birkaç da soru soralım.
Bu Belçika "muasır medeniyet seviyesine" gelmiş de geçmiş bir ülke değil mi? Demek ki o seviyede "ayrılıkçı parti" kurulabiliyor, hatta seçim bile kazanıyormuş. Belçika ordusunun vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak üzere "Clair de Lune", ya da "La Blonde", ya da "Phosphorescence" kod adlı birtakım darbe planları yaptığı yönünde bir haber, henüz iyi haber alan kaynaklardan bize ulaşmadı.
"Kendi başına buyruk" bir Belçika bürokrasisi yok.
Fakat bu çağdaş uygarlık düzeyi pek de iyi bir şey değil galiba... Şuradan anladım ki, Fransa'da "kralcı" parti var, kapatmaya kimse kalkışmıyor, İngiltere'nin The Guardian gazetesinde "artık cumhuriyete geçsek" şeklinde makaleler yayınlanıyor, yazarın anasını bellemiyorlar.
Üstelik Belçika'da bu seçim kazanan ayrılıkçı partinin bir de Türk milletvekili varmış, Zuhal Demir!
Dokunulmazlığını kaldırmayı herhalde kimse düşünmüyor.
Zuhal Hanım'a bak, gitmiş oralarda bölücülük yapıyor, hem de elinin hamuruyla "Valon-Flaman çekişmesine" karışıyor... Üstelik bu çekişme aynı zamanda bir "Katolik-Protestan" çekişmesidir ki, Müslüman kızına hiç yakışmaz.
Hadi küreselleşmenin "futbol" kısmını anladık da... Alman milli takımında oynayan Mesut Özil koltuklarımızı kabartıyor da... Bu kadarı fazla değil mi? Bir Türk kalkmış Flaman-Valon meselesine bulaşmış...
Daha önce de Çekoslovakya bölünmüştü. Kansız tarafından... Yugoslavya da bölündü ama kanlı... Şimdi de Belçika bölünecek, ama bu bölünme Belçikalı'yı pek ırgalamayacak, birbirlerinin gırtlağına sarılmayacaklar. Çünkü aç değiller, açıkta değiller. O düzeyde artık hiç kimse "bölündük, mahvolduk" diye ağlamıyor.
Çünkü Belçika "yapay" bir devlettir, Fransa ile Hollanda arasında "tampon" olması amacıyla, daha doğrusu Fransız ordusunun bir daha kuzeye saldıramaması amacıyla 1830 yılında kurulmuştur, bunu da Türk köşe yazarları bile bilirler. Tehlike tam ters yönden gelmiş, Fransa'yı dizginleyeceği umulan ülkeyi Almanya iki kere ezip geçmiştir.
Fakat bugün başkentleri bir tür "ülkeler üstü Avrupa başkenti" konumundadır, durumu değişmeyecektir.
Gerçek şu ki, Belçika olsun, eski Çekoslovakya olsun, eski Yugoslavya olsun, "yapıştırma" devletlerdi. Bir noktada zamk döküldü, parçalar koptular.
Demek ki "kes yapıştır" modeli, Internet'te birbirinden haber araklayıp sonra da utanmadan Internet haberciliğinden dem vurmakta başarılı ama politikada pek değil...
Bayrak birliği, toprak birliği falan da sökmüyor böyle durumlarda. "Kader birliği" şart, isterseniz "ülkü birliği" de diyebilirsiniz. Bunun yolu da, ülkenin bir bölümünü öteki bölümünün "şamar oğlanı" yapmamaktan geçer.
"Bunu kovalaya kovalaya döveceksin" ya da "bunun kuyruğu vardır" şeklinde aşağılamalara yönelirsen, o herif burada durmak istemez.
Muasır medeniyet seviyesinde efendi gibi gider, geri kalmış ülkelerde de kurşun sıkarak gitmeye kalkar.
Gitmesin de ortasını bulalım diyoruz. Ama lafla peynir gemisi zor yürür. Zart zurtla hiç mi hiç yürümediğini de yaşayarak ve acı çekerek öğrendik.