Geçen gün vefat eden ünlü meyhaneci ve "entellektüel namıyla maruf" Cavit hakkında söylediklerim tepki yarattı. (İyi ama bugün önümüzde çok daha önemli konular vardı yahu...)
Hep derim ya, şu 78 kuşağı "eski solcu" tanımını üstüne alınmaya pek eğilimlidir diye, gene öyle oldu. Hiçbir gazetede ya da televizyon kanalında görünmeyen ama basın mensubu sayılan, sanal ortamlarda ara sıra yazan bir "Internet kadını" bana bozulmuş (yıllardır öyle yapar)... Kendini eski solcu sayıyor ve hakarete uğramış hissediyor... Oysa anlattığım "meyhane tayfası", şimdi yaşı yetmişi, sekseni bulmuş, kimi üyesi çoktan ölmüş gitmiş bir kuşak, yani benim ağabeylerimdi... Ama gençler "başımıza gelenlerden sonra Cavit bizi çok iyi pışpışlamıştı" diyorlar, eh, herhalde öyledir. Benim anlattığım dönem seksenler değil altmışlar.
Bu 78 kuşağının ilginç bir özelliği var, "ezildik" diye ağlaşmayı pek seviyorlar ve "biz neyi nerede yanlış yaptık" sorusunu sormaya hiç yanaşmıyorlar. Hangi kirli oyunda "kullanılmış" olduklarının yeni gençler bile farkında, onlar otuz yıl sonra da farkında değiller. Gösterebildikleri en yanlış tepki de "ne güzel devrim yapacaktık, engellediler, buna ne hakları vardı" şeklinde...
"Adam vurmaktan başka bir halt etmediniz" dersem kusuruma bakmasınlar.
Dönelim Cavit konusuna... Kimbilir ne sevinmiştir merhumun ruhu, ardından Türk basınında bu kadar konuşulduğuna...
Çünkü onun gırgır olsun diye takılmış şu "entellektüel" lakabı neredeyse ciddiye alınacak ve rahmetli neredeyse "Türk solunun önemli figürlerinden biri" sayılacak! "Kanaat önderi" bile çıkabilir biraz daha sıkarlarsa... Profesyonel sarhoşlar da demeçler verdiler ya arkasından, Cavit büyük adam oldu.
Bu da "meyhane sosyalistleri" konusunda bu fakiri haklı çıkarmıyor mu dersiniz?
İtiraf edeyim, bir "Cavit uzmanı" sayılmam. Ben Cavit'in meyhanesine toplam on kere ya gittim ya gitmedim... Her gördüğümde Cavit'in o bana itici gelen tavırlarını izledim. Biz Ferhan Şensoy'la okuldan kaçıp daha çok Kime Ne Meyhanesi'ne takılırdık, orası bir "entel mekânı" değildi... Belki benim gitmediğim akşamlarda Cavit müşteriye daha iyi davranmıştır da, kötüsü bana denk gelmiştir, bilemem. Fakat edindiğim "izlenim" olumsuzdu. Ağzıma istavrit sokan "laubali" meyhanecilerden hoşlanmam. Kendi paramla rezil olmayı da hiç mi hiç sevmem. Şunu da belirteyim ki, tıpkı herkesin beni sevmek zorunda olmadığı gibi, ben de her meyhanecinin boynuna sarılmaya mecbur değildim ve değilim.
Bende kalan izlenim, yıllar sonra, Cavit'in "müşteriyle inceden inceye dalgasını geçtiği" şeklindedir.
Dalga geçilmekten hoşlanmayanların yüceltilme yanılgılarını anlayışla karşılıyorum.
İlle nostalji yapılıp "sevgili garson" aranacaksa, eski kulağı kesiklere Bebek'te Adnan'ı, Arnavutköy'de Rafet'i, Hisar'da Osman'ı hatırlatırım...
Petro, İlya, Perikli, hele Hristo Kaplanis desem nasıl olsa bilmezsiniz...
Yani sevgili Mehmet ağabey (Barlas), Miralay İsmet Bey'in Şişli'deki evde Mustafa Kemal Paşa'ya dediği gibi yollar çok, mıntıkalar çok, meyhaneler de çoktu... Herkesin garsonu kendine! Hayat "bir zamanlar hepimizin hayatı" değildi pek, çeşitleri vardı.
"Meyhane sosyalisti" deyimi de içki içenleri değil, elbette "içmekten başka bir şey yapmayanları" kapsıyor ve bunu anlamak için de çok üstün bir zekâ gerekmiyor.
Gene de, kendini solcu sayanların "işçi sınıfının meyhaneci kesimine sahip çıkmaları" bile bir aşamadır, hele hizmet sektörünü kurtarsınlar, sıra tarıma ve sanayiye de gelecektir! Sözkonusu meyhanecinin sınıf değiştirmiş, komilikten patronluğa yükselmiş bir adam olması da solun ilgisi açısından yeni bir açılım gereğidir sanırım...
Fakat herhalde anlaşamayacağız, çok sevgili Mehmet ağabey, çünkü aramızda fraksiyon farkı var!... Baksanıza, siz babanızla Degustasyon'un "pasaja bakan" penceresinin yanında otururmuşsunuz, ben babamla Degustasyon'un "caddeye bakan" penceresinin önünde otururdum!
"Abdülhak Hamid'in masasıdır" diyecektim ama çok şükür ben onun kadar kötü yazmıyorum, bastonum da yok. Henüz.