Gençler ancak kitaplardan bilirler, bir zamanlar Cevdet Sunay diye bir cumhurbaşkanımız vardı...
Genelkurmaybaşkanlığından cumhurbaşkanlığına "doğrudan geçiş" yapılan dönemlerin eski Türkiye'si...
Halk arasında kendisine takılan ismi yazmayalım da mahkemelik olmayalım.
Bu Cevdet Sunay'ın, daha başka birçok marifeti arasında, "Akdeniz Oyunları'nı açıyorum" şeklindeki kısa, öz ve anlamlı konuşması çok ünlüydü örneğin, 1971 yılında... Açılış konuşmasını elindeki kâğıttan okumuştu.
Dedim ya, gençler nereden bilecekler?
Gene o sıralar, beni dehşete düşüren bir iş daha yaptı.
Hayır, hepimizi dehşete düşüren 12 Mart darbesindeki tutumunu kastetmiyorum.
Bir manevra vardı, ordu manevrası, ya da "tatbikat", yıl 1970 ya da 1971... Olur ya... Kırmızı kuvvetler, mavi kuvvetleri ister istemez yenecekler...
Sunay, bu manevrayı hem ordunun "fiili" eski komutanı, hem de yeni "teorik" komutanı sıfatıyla izliyor, izleyecek elbette...
Cumhurbaşkanımız bu manevraya "sivilleri" giymiş olarak geldi, sivil sayılıyor ya...
Fakat üzerindeki sivil kıyafet, otuzlu yılların Atatürk kıyafeti! Kafada kasket, sırtında dıştan cepli, beli kuşaklı "avcı ceket", ayağında da "golf pantolon"... Hani paçaları çorabın içine sokuluyor...
Elini de, Atatürk'ün bu kılıkta katıldığı bir manevra fotoğrafında gördüğü şekilde, göğsüne sokuyor.
Ufuklara, piyade talimnamesinde belirtildiği şekilde "sert ve fakat mütebessim" bakıyor...
Daha beterleri henüz karşımıza çıkmamıştı. Daha kötü günler görmemiştik. Henüz, birileri hakkında "yeniden evlenmek istiyorum ama Latife adında bir hanım arıyorum" gırgırları yapılmıyordu... Henüz, "doktor, öleceksem raporuma 'siroz' yaz" diye dalga geçilmiyordu bu tür adamlarla... Konya'ya gidip "ben de imam çocuğuyum", Rize'ye gidip "ben de balıkçı çocuğuyum", Adapazarı'na gidip "ben de köfteci çocuğuyum" diyenlere, "aman, sakın Soğukoluk'a gitme" denilmiyordu...
En fazla, bir "çivit" markası hatırlanıyordu...
Gençler anlamazlar ama ben de yaşlılar hatırlayıp acı acı gülsünler diye yazdım. Nicedir yazmak istiyordum nitekim, nasip kısmet bugüneymiş.
Yıllar sonra bir kere daha dehşete kapıldım.
"Triko kralı" Hayrettin Karaca, "Atatürk kazağı" üretmiş, doksan dokuz liraya satıyordu. Otuzlu yılların modası tabii, kolsuz, baklava desenli... Hani "Küçük Ülkü'yle" oynarken falan giydiği...
Eski belgesel filmler siyah-beyaz oldukları, kazağın gerçek renkleri bilinemediği için de, siyah-beyaz!
Bu kazaktan birçok kişi aldı. Kimisi resim çektirip gazetede yayınladı. Giyince Atatürkçü oluyorlardı.
Banka reklamında da kullandılar, bir çocuk, bu kazağı giymiş olan Atatürk'e "aaa, senin de bizim gibi eline diken batar mı" diye soruyordu...
Mücadelemiz, bazı şerefsizlerin ileri sürdükleri gibi Atatürk'le değildir, asla...
Kimlerle, hangi kafayla, hangi zihniyetle olduğunu gördünüz.
Bunlara "gardrob Atatürkçüsü" derlerdi eskiden. Halk arasında "gardolap" da denir.
Anlamak istemeyenlerin bile anlayabilmeleri için daha kaç kere yazmam gerekiyor?