Ruhunuz bile duymadı, şu on ay içinde kaç kere biryerlere gittim geldim... Yazmadım çünkü küfür ediyorlar. Eskiden uzun uzun anlatırdım gezdiğim ülkeleri...
Amacım "içtiğim şarapları" sayıp dökerek hava yapmak değil, oraları görmemiş olanlara azıcık sağını solunu tanıtmak, yolunu yordamını göstermek, ne yalan söyleyeyim, gidip gezmeye, "dünyayı görmeye" özendirmekti vatandaşı... Görevlerimden biri de bu sayılmaz mıydı? "Gerekirse ceketinizi satın, ne yapıp yapıp mutlaka yurt dışına çıkın, dünyaya ve ülkemize bakışınız değişecek, bambaşka bir insan olacaksınız" dediğimi bilirim.
Kapıkule'den çıkıp üç kilometre yürüyüp dönün, Bodrum'dan motora binip Kos'ta bir kahve için gelin, anlayacaksınız bunu...
Artık görevimi yerine getirmekten çekiniyordum, çünkü kızıyorlardı.
"Benim emekçi halkımın yurt dışına gitmeye parası var mı bakalım" yaklaşımı işte.
Güdük beyinli Babıali ayakçıları gibi durup durup hükümete "giydirecektin", senden iyisi olmayacaktı...
Yazsam küfür yiyordum, yazmasam "masa başında işin kolayına kaçıyor, tembellik ediyor" diye fırça!
Sonra da çok güzel bir tokat yedim.
Okurlarımızdan Sayın Hikmet Şükrü Ertangün, Viyana'dan iki kart atmış...
Biri ünlü Karl Kilisesi'nin bir kartpostalı, Sayın Ertangün "sizin yeşil cami burası olsa gerek" diyor...
Gerçekten de, Karlskirche'yi her gördüğümde "Merzifonlu şuraları alsaydı bunu da ne güzel 'yeşil cami' yapardık" demek, sevdiğim gırgırlardan biridir.
İkincisi, tam da o Merzifonlu'nun, mevcut tek yağlı boya portresi... Ressamı bilinmiyor.
Viyana Şehir Müzesi'nde asılı, yeşil caminin hemen yanında! (Önünden Ring'e doğru yürüyün, ünlü Hotel Imperial'in hemen iki yanında Vakıfbank ve Denizbank şubelerini de göreceksiniz...)
Sayın Ertangün, "bu resim olmasa tarihe daha objektif bakabilirdim, ama artık mümkün değil" demiş.
Belli ki o da buralarda benim gibi gezinmiş, benim hissettiklerimi hissetmiş... Bizim askerlerin yaklaşabildikleri son noktada durup Mölker Bastei içindeki evlere de bakmış olsa gerek... (Bendeniz oraya "kale içi mahallesi" demeyi de severim. Sonradan, köşedeki evde Beethoven on yıl kadar oturmuş, en üst katın bir altında, üstad sabah akşam piyanosuyla dan dun kafa ütülediğinden ev sahibi Herr Pasqualati üst kata bir türlü kiracı bulamıyormuş! Hemen yakınında ünlü "Dreimaederlhaus" vardır, "üç genç kız evi" ... Schubert'in pek de romantik bir şekilde bu evde yaşayan kızlardan birini sevdiğini sanırdım, yeni öğrendim, meğerse orası kerhaneymiş yahu, üç hemşire birlikte işletiyorlar!)
Sayın Ertangün, bu yaşımda, bana çok önemli bir ders verdi.
İte köpeğe, hele bunların Internet'te havlayan cinsine hiç aldırmadan, "anlayan okuyucu" için yazmayı sürdürmek gerektiğini hatırlattı.
Eh, ne yapalım, bu yazıyı da "mutlu azınlık" için yazdık. Çünkü benim ülkemde, cebinde bu gibi işlere ayıracak iki bin lirası olan, mutlu azınlıktan sayılıyor...
Hangi zümreden olursanız olunuz, bayramınız mübarek olsun.
Ben de bayram namazını yeşil camide kılarım artık (!), anlamışsınızdır, gene Viyana'dayım. Çatlayan buyursun çatlasın.