Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk milleti kurmadı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk milleti "adına" hareket eden bürokratlar kurdular. Öncelikle askerler, onlara destek olan bir kısım sivil memur ve mecliste temsil edilen Anadolu "eşrafının" bir kısmı...
TBMM'ye vekil gönderen seçmen, bunu bir cumhuriyet kurulması için yapmamıştı. Böyle bir şeyi hiç düşünmemişti. Üç buçuk yıl boyunca, İstanbul yönetimine karşı çıkan ve bağımsızlık savaşını da yürüten rejimin adı "TBMM yönetimi" olmuştu. Bu, iki arada bir derede bir geçiş dönemi oldu. Rejim, bulanık kaldı.
Böyle de kalabilir miydi? Çoğunluğa sorulsa, belki padişah değiştirilir, meşrutiyet sürebilirdi... Ülkede demokrasi görgüsü, kısa sürmüş de olsa, hiç yok değildi...
(TBMM'ye vekil gönderen seçmen, oylarını "Atatürk devrimleri" adını verdiğimiz radikal reformlar için de kullanmamıştı. Onlar daha sonra tepeden geldiler ve "emir ve komutayla" yürütüldüler. Meclis, bunları onaylamak zorundaydı. Onayladı, çünkü "çatlak sesler" meclis dışı bırakılmışlardı.)
Cumhuriyet, bir avuç devrimci azınlığın işidir. Çoğunluğa sorulmadı.
Başka türlü de olamazdı. Meşrutiyetçiler büyük bir günah işlemişlerdi: Savaşta yenilmek!
Büyük bozgunlar mutlaka rejim değişikliğini de getirirler: 1918 yılında Almanya, Avusturya ve Macaristan, 1922 yılında Yunanistan, 1940 yılında Fransa, 1945 yılında gene Almanya gibi... Bizde de öyle oldu.
Cumhuriyet, dünya savaşının ve yenilginin ve de Ermeni tehcirinin sorumluluğuna bulaşmamış olan "alnı açık" bürokratlar tarafından "meclis içi" bir darbeyle kurulmuştur. Bağımsızlık savaşının onurunu paylaşmış olsalar da, diğer kesimlere sorulmamıştır (Ermeni tehciri konusunda onların alınları çok fazla açık değildi!)
Ve de "tutmuştur", günümüzde saltanat isteyen, belki birkaç "egzantrik" dışında hiçkimse kalmamıştır. Osmanoğlu ailesi bu tür olası girişimlerin lafından bile öcü gibi korkar ve konu değiştirir... Başka herhangi bir hanedanın da gündeme gelebilmesi söz konusu bile değildir, hiçbir zaman da olmamıştır.
Haa, cumhuriyet "daha demokrat" temellere oturabilir miydi, otuz yıla yakın ilk dönemini bildiğimiz şekliyle geçirmeyebilir miydi, bir tek partinin "vesayeti" altına girmeyebilir miydi, diktaya yönelmeyebilir miydi, bakınız o tartışmaya açıktır.
Susturulmasaydı, gene cumhuriyetçi ama daha liberal bir siyasal güç, otuz yıl "yastık altında" uyuklamayacaktı... Bu güç, pislik atmak için hep ileri sürüldüğü üzere Atatürk devrimlerine karşı çıkacak falan da değildi! (Fethi Okyar onun en yakın çocukluk, Celal Bayar da çalışma arkadaşıydı.)
Cumhuriyet, ille de "İsmetçi" olmak zorunda değildi yani! Türk ekonomisi, ancak ellili yıllarda girebildiği, ancak seksenli yıllarda alabildiği dönemeci daha başından dönebilseydi...
Bugün, cumhuriyet sapasağlam ayaktadır (iki kere sil baştan edilmiş olsa da), fakat bir kısım bürokrasi, tadına doyamadığı o yirmi dikta yılının özlemini çekiyor. Basında bürokrat şakşakçılığı yapanlar da, beğenmedikleri, işlerine gelmeyen herkesi "cumhuriyetçi olmamakla" suçluyorlar. Bu terbiyesizliktir, gaddarlıktır.
Türkiye Cumhuriyeti, çok daha büyük sarsıntılar geçirmeye de gebedir, ama yıkılmayacaktır. Cumhuriyetten başka bir rejim sözkonusu olamayacaktır, korkmayın. Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
Ve de unutmayın: Hitler Almanyası da bir cumhuriyetti, Stalin Rusyası da. Çin de bir cumhuriyettir bugün, İran da. Bunların hepsi dikta rejimleridir.
Buna karşılık dünyanın en ileri demokrasileri İspanya, İngiltere, Hollanda, İsveç, Danimarka birer cumhuriyet değildirler.
Haaa, demek ki burada da "boy değil fonksiyon" önemliymiş!