Bizim çocukluğumuzda Dale Carnegie derler bir yazar vardı, şimdi kimse tanımaz... Bunun "pratik el kitapları" pek gözdeydi, okuyucunun en alt tabakasına yönelik birtakım hayat dersleri... "Dalga Geçmeyi Bırak, Para Kazanmaya Bak" ya da "Çekingenlikten Kurtulup İnsanlarla İki Laf Etme Sanatı" gibilerden birtakım zırvalar... İki fırt psikoloji, bir tutam sosyoloji, üç ölçek Amerikan zevzekliği koy karıştır...
Sonra bu "çarçur yayın" sektörü, bir yandan evde kalmış kızları gıdıklayacak "On Derste Koca Bulma ve Elde Tutma Yolları" şeklinde kitaplarla, bir yandan elbette zayıflama yöntemleri üzerine döktürülmüş incilerle yürütüldü.
Türk okurunun "yarı aydın" kesimine yönelik "Ayşe Sultan, Fatma Sultan" öyküleriyle işin sonuna varıldığını düşünmüştük. En son "The Secret" tezgahıyla aptal karılar bir kere daha kazıklandılar ve ortalık yatıştı sanıyorduk.
Ekmek bitmemiş meğerse... Bir gazetemizin yürüttüğü "İstanbul'un en iyi on ayakkabı boyacısı" benzeri saçmalıklar, "ölmeden önce görmeniz gereken filmler, ölmeden önce yatmanız gereken kadınlar" falan teranesiyle yurtdışında revaçtaymış... Bunlar sıcağı sıcağına dilimize de çevriliyorlar ve kitapçıları ziyaret eden cebi dolu ama kafası boş müşteriye, okumaya niyetli ama eğitimi ve altyapısı yetersiz tüketiciye sunuluyorlar... Kapış kapış da gidiyor.
İşte geçen gün 47 yaşında ölen David Freeman da, bu sektörün uyanık üreticilerinden biriydi. "Yazar" diyemedim, başta yayıncısı olmak üzere kimse kusura bakmasın.
Freeman'ın çok satan "eserinin" adı, "Ölmeden Önce Yapılması Gereken 100 Şey"...
Kim bilir kaç enayi para verip almıştır...
Bu Freeman denilen adam, okurlarına önerdiklerinin yarısını bile gerçekleştiremeden, evinde geçirdiği bir kaza sonucu ölmüş.
Bir kara mizah şaheseri!
Esas olarak reklamcıymış, Grey'de çalışırmış, hiç evlenmemiş, hızlı yaşamış, cesedi de yakışıklı olmuş.
Haydi geliniz, madem Freeman önermiş, madem siz de paracıklarınıza kıyıp aldınız, ölmeden önce şunları yapınız bakalım:
İspanya'nın Valencia kentindeki Las Fallas şenliğine katılmak (birbirine domates atmaca)... Oradan bir koşu Pamplona kentindeki San Fermin şenliklerine de katılmak (sokakta manda koşturmaca)... Avustralya'da gece vakti çıplak sörf yarışması... Güney Pasifik'teki Vanuatu adasında "bungee-jumping" ... Oscar ödülü töreninde izleyicilik... Kuzey Carolina'da "milli çığlık günü" etkinlikleri... Haiti'de "woodoo" ayini... Kıyısında ya da içinde fosforlu kayalar olan bir denizde yüzmek... Güney Kutbu'na yolculuk... Bir maden ocağına girmek (çalışmaya değil, gezmeye)... Finlandiya'daki "buz otelde" bir gece geçirmek... New Mexico'da şimşek seyretmek... Hindistan'daki Maha Kumbh Mela'ya giderek Hindu inancına göre nehir suyunda yıkanıp hacı olmak...
Giderseniz bana da haber verin, ben de geleyim!
Şaka, şaka... Aslında bu program tam bizim Oray Eğin'e göre... Fazlasıyla Amerikan, yeterince hoş ve boş...
Oraycığım, hiç bekleme, Akşam gazetesinden vakti gelince ayrılacağına şimdiden ayrıl, böylece kendine zaman yarat, Turgay Ciner'in çıkaracağı yeni gazetede çalışmaya başlamadan önce bu etkinliklere takıl... Fatih Altaylı'ya yaranmaya çalışmak için bize küfürler savurmak gibi "çirkin bir işgüzarlıktan" da kurtulmuş olursun.
Bak, Serdar ağabeyin nasıl kıvırtıyor Ergenekon konusunda, yok iddianameyi bekliyorum, yok mahkeme kararını bekliyorum diye, onun kadar olamadın.