Geçen hafta San Sebastian sokaklarında geziniyorum, şarabı da çekmişim, çakırkeyif olmuşum, sıcak da birden bastırmış...
İçimden geldi, "artık Franco İspanyası'nda olmamanın" verdiği keyif ve rahatlıkla, çok çok sevdiğim o iç savaş türküsünü söylemeye başladım bağıra çağıra:
"Si me quieres escribir, ya sabes mi paradero" ... Bana yazmak istersen, yerimi biliyorsun...
Önüm sıra yürüyen bir kadın döndü bana bir bakış baktı... Sustum.
Galiba kanlı bölünmeleri İspanyol halkına hatırlatmamak gerekiyordu.
Son otuz yıldır vardıkları adı konmamış "mutabakat", yani iç savaş anılarını fazla kurcalamama ve olup bitenlerin üstüne sünger çekme eğilimi yürürlükteydi.
Sonra Türkiye'ye döndüm, aklıma hemen bir başka iç savaş türküsü üşüştü tabii: "Los cuatros generales" ... Dört general.
"Puente de los Franceses, mamita mia, nadie te pasa" ... Fransızlar Köprüsü, anacığım, senden kimsecikler geçemez! (Madrid'de cumhuriyetçilerin üç yıl boyunca savundukları son köprü... Şimdi adını değiştirmişler.)
Söz konusu olan dört general, kendi halkına ve seçimle gelmiş olan meclisine ve hükümetine karşı ayaklanmış dört generaldi: Franco, Mola, Queipo de Llano, Cabanellas.
(Hayır, Yague ve Varela o sıralar henüz albay rütbesindeydiler, cuntaya sonradan girdiler. Tek gözlü, tek kollu Millan Astray general ama ondan faşistler bile korkuyorlar.)
"Los cuatros generales, mamita mia, se han alzado" ... Dört general, anacığım, bize ihanet ettiler!
"Los cuatros generales, mamita mia, para la Nochebuena, seran ahorcados" ... Dört general, anacığım, Noel'e varmaz asılacaklar!
YouTube yasaklanmamış olsaydı şimdi ne güzel girip dinlerdiniz bu türküleri...
Generalleri sallandıracağız... Böyle diyorlardı cumhuriyetçiler...
Fakat onları asamadılar.
Gerçi ayaklanmanın ilk günlerinde Madrid ve Barcelona'da çuvallayan generalleri, yani Fanjul ile Goded'i kurşuna dizdiler ama asıl büyük başlara dokunamadılar.
Çünkü yenildiler.
Franco, kendi cephesindeki çatlak sesleri demir yumrukla susturmuş, birlik ve beraberliği sağlamıştı.
Karşı cephede, Stalinciler önce Troçkistler'i yok ettiler, sonra anarşistleri ezdiler. Üç yıl, hem düşmanla dövüşmekle hem birbirleriyle kapışmakla geçti. Kendi kafalarına uymayanı, azıcık farklı düşüneni hemen "vatan haini, satılmış, dönek, Franco'nun ajanı" ilan ediveriyorlardı...
Büyük yazar George Orwell'e, "başlarım savaşınızdan, yiyin birbirinizi, ben gidiyorum" dedirten kavgadır bu. (Dilimize yanlış olarak "Ülke ve Özgürlük" şeklinde tercüme edilmiş olan "Toprak ve Özgürlük" filmindeki Liverpool'lü genç militan David'in yaşadığı hayal kırıklığını hatırlayınız.)
Bana İspanya İç Savaşı'nı tek cümleyle özetle derseniz: Faşistlerle komünistler ölümüne kapışmışlar, arada olan demokratlara ve liberallere olmuş!
Bakalım faşistler ve dinciler arasında süren soğuk iç savaşı da en az hasarla bizler nasıl atlatabileceğiz? Uğradığımız hakaret ve iftiralara bakılırsa, fazla umut yok.