Hanımlar ve beyler! 20 Mart 2008 günü Viyana'ya indim. Vaziyet ve manzarai umumiye:
Tatlı tatlı kar yağıyor. Ortalıkta pek Türk de görünmüyor. Burada huzur var.
Fakat yanında Türk gazetelerini götürmek gafletinde bulunmayacaksın, daha doğrusu havaalanında ya da uçakta gazetelere balıklama atlamayacaksın. Toplamış olsan da otele gelince açıp bakmayacaksın. Ben de öyle yaptım, hepsini çöpe attım. Temizlikçi Mitzi ne kadar şaşırmıştır görünce, tuhaf bir dilde, gazeteye benzeyen alacalı bulacalı birtakım kâğıtlar...
Ama 258 numarada kalan "Herr Ardic" in onların içindeki ite köpeğe yanıt vermeye hiç niyeti yok, öyle anlaşılıyor!... Pek pek "siyasi fikir var mı, siyasi fikir" diye dalgasını geçer gider. Benim elim de şimdi buradan kalkar, gider Demel'den İmparatoriçe Sissi'nin pek sevdiği menekşeli bonbonlardan alır. Çok rica ederim, "K. u. k. Hofzuckerbaecker" ... Hem imparatorluk hem de krallık şekercisi ve de pastacısı, Kaiserlich und Königlich.
Ya da Robert Musil'in deyimiyle, "Kakanien" ... Şimdi ya Enis Batur ya Ahmet Cemal burada olacaktı ki kaynatacaktık...
Efendim? Hayır, Sacher turtası yemeyeceğim, o Japon turistler içindir.
Demem o ki, bana "imparatorluk taraftarı" diyen dıngıllar bir noktada yanılıyorlar: Bendeniz severim ama Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu severim!
Bu nedenle de, seyretmeye beş ay öncesinden hazırlandığım "Çardaş Prensesi" operetinin Volksoper programından çıkarılmış olmasına çok sinirlendim. (Yirminci izleyişim olacaktı ama zarar yoktu.)
O sinirle gittim Cafe Schwarzenberg'e, bardak bardak Geschpritz içtim, sodayla kesilmiş kırmızı şarap.
İmparatorluk döneminde, bunun, içindeki soda oranına göre sekiz çeşit ayrı ismi olduğunu bilir miydiniz?
(Bak gene imparatorluk dedi... Bu herifi de kapatalım!.. Yok yahu, şarap içiyor, demek ki şeriatçı değil işte.)
Evet, burada imparatorluk tam anlamıyla bir "endüstriye" dönüşmüş durumda, Sissi satıyorlar, Franz-Joseph satıyorlar, Rudolph satıyorlar, Franz-Ferdinand satıyorlar, bu arada elbette bol bol da Mozart satıyorlar, cumhuriyet de yıkılmıyor. Neyse ki bendeniz Schubertçi olduğum için aldırmıyorum. Şu anda tek derdim, Graben'a gidip bu karda kışta geldiyse ya da ölmediyse o yaşlı laternacıyı bulmak ve ona üç beş avro verip Schubert çaldırmak: Drüben, hinterm Dorfen, steht ein Leiermann... La do si re do la sol diyez, la do si...
(Almanca da konuşuyor, kefere müziğinden de anlıyor, işte mis gibi AB taraftarı!)
Sonra müdür, daha kötü bir şey yaptım:
Gittim abi Cafe Griensteidl'a, bir Tafelspitz söyledim ki yumuşacık haşlama, yanında bir elma püresi, bir gevrek patates bulamacı, bir de baharatlı yaban turbu ezmesi, breh breh breh...
Cebimden ödedim.
Beş yüz bin dolar almışız ya, ezelim. Günde yüz bin dolar harcasam beş günde işi bitirir, dönerim.
Viyana güzel. Burada köpekleri tasmayla gezdiriyorlar, demin tramvaya köpeğiyle birlikte bir kadın bindi, köpek havlamadı, ısırmadı da. Viyana çok farklı.