Kasım seçiminin bir ay öncesinde televizyonlara çıkan liberal/solcu yorumcuların neredeyse hepsi aynı gözlemi yapıyorlardı. Yüzlerinde ciddi ve kasvetli bir ifade ile "Bu şartlar altında seçim yapılabileceğini sanmıyorum" cümlesini sağduyulu bir gözlem olarak sunuyorlardı. Onlara bakılırsa Kürt coğrafyasına kontrolsüz bir savaş yaşanıyor, insanlar evlerine hapsoluyor, devlet 90'lı yılları hatırlatan bir baskı kuruyor, halk mecburen bir savunma mücadelesi veriyordu… Ama seçim yapılabildi ve bugüne dek hiçbir seçimde olmadığı kadar az asayiş olayı yaşandı. Genelde sandık sonuçlarına yapılan itirazların sayısı da bu seçimde çok aza indi…
Mesele söz konusu liberal/sol intelijensiyanın hem bilgisizlikten, hem de AK Parti karşıtlığından kaynaklanan bir sahte gerçeklik üretme dürtüsüne sahip olmasıdır. Olmasını istediğiniz bir durumu sanki gerçekmiş gibi anlatmanın tabii ki siyasi bir işlevi var. Hükümetin paniğe kapılmasına, sert tepkiler vermesine neden olabilirsiniz. Böylece öngörünüz bir anda gerçekleşme ihtimali kazanabilir. Ancak AK Parti epeyce deneyimli bir parti… Nitekim kolluk kuvvetleri aslında 90'lı yılların tam aksi yönde davrandılar. Halkı taciz etmemek için çoğu yerde çatışmaya girmediler. Gerektiğinde sadece havaya ateş açtılar ve terör uygulayanlarla sıradan halkı birbirinden ayırmak için azami gayret gösterdiler. Bölge halkı bu yeni tavrı olayların başından itibaren gördü ve bu tespiti gazetecilere yapmaktan da çekinmedi.
Son dönemin gerçeği televizyonlarda duyulandan epeyce farklıydı… Haziran seçiminden bir hafta sonra PKK 'devrimci halk savaşı' ilan edip, halka öz savunma yapması için çağrıda bulunduğunda, buna sadece daha önceden eğitilip silahlandırılmış YDG-H çeteleri uydu. Kürt halkı bu çağrıyı reddetti. Çetelerin mahalle mahalle gezerek teşvik etmesine karşın, ne açık hava toplantılarına katılım oldu, ne de evlerden protesto gösterileri yapıldı. Dolayısıyla seçimlerin böylesine sakin bir biçimde yapılabilmesinin asıl nedeni Kürtlerin PKK stratejisini irrasyonel, anlamsız ve gayrı meşru bulmalarıydı.
Söz konusu sahte gerçeklik üretme eğilimi doğal olarak seçim beklentisine de yansımıştı. Bu intelijensiya için AK Parti'nin yüzde 40'ı tutturması bile başarı sayılmalıydı, çünkü bu parti artık inişe geçmişti ve bu gidişin geri dönüşü yoktu. Diğer bir deyişle Haziran seçimleri yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüldü. Böyle bakanlar için Kasım seçimi neredeyse gerçek dışı bir görünüm arz ediyor. Oysa AK Parti'nin on üç yıllık iktidar dönemini bir bütün olarak ele aldığımızda, asıl sürpriz Haziran seçimiydi ama AK Parti'deki oy gerilemesinin de üç apaçık nedeni vardı: Birincisi AK Parti'li Kürtlerin HDP'nin barajı geçebilmesine destek verme arzusu ve bunun Erdoğan'ın söylemleri sayesinde daha da kolaylaşması. İkincisi ise AK Parti'nin iç uyumsuzlukları, yolsuzluklar, teşkilat zaafları, kötü adaylar gibi nedenlerden ötürü bir bölüm AK Partili seçmenin sandığa gitmemesi. Üçüncüsü ise benzer nedenlerle bazı AK Partililerin MHP'ye kayması.
Burada kritik konu şu: Haziran'da AK Parti'nin oy kaybetmesinin nedeni tamamen kendisiydi. Diğerleri iyi olduğu için değil, AK Parti kötü olduğu için o sonuç çıkmıştı. Kasım'a gelindiğinde muhalefet hala aynıydı. İyi olmamaya devam ediyordu. AK Parti ise hatalarını gördü, özeleştiri yaptı ve kendisini düzeltti. AK Parti'nin bir kez daha yenileceğini varsaymak bu partinin hata yapmaya devam etme beklentisini ifade ediyordu. Liberal/sol aydınlar muhalefeti daha doğru hale getirme gayretine gireceklerine AK Parti'nin kötüleşeceği hayaline kapıldılar. Ama hayat daha gerçekçi olmayı gerektiriyor…