Haziran seçimleri Kürtleri genel olarak fazlasıyla memnun etmişti. HDP'nin rahat bir şekilde barajı geçmesi Çözüm Süreci'nde sivil siyasetin rolünün artacağına dair bir işaret olarak okunmuştu. Ama tam tersi oldu… PKK'nın savaş kararı ve sonrasındaki eylemleri nedeniyle bugün HDP siyasi işlevini neredeyse tümüyle yitirmiş durumda. Bu iç karartıcı sonucun iki nedeni var. Birincisi PKK'nın barış ortamını ve Çözüm Sürecini silahlı mücadelenin bir parçası olarak tanımlaması ve kullanması. Nitekim bugün patlayan ve onlarca insanın ölümüne neden olan yüzlerce kiloluk mayınların yollara yerleştirilme tarihi iki yıl öncesine kadar gidiyor. Devlet bölgeye yatırım getirip yol yaparken, PKK asfaltın altına uzaktan kumandalı patlayıcı yerleştirmekle uğraşıyormuş. Aynı süre içinde birçok köy ve mezranın silah deposuna dönüştürülmesi de yine bu anlayışın sonucu. Diğer bir deyişle PKK barış dönemini daha büyük bir savaşın hazırlığı ile geçirmiş gözüküyor.
Öte yandan bu savaşın tam da şu an başlatılmasının bir mantığı olmalı. Nitekim örgüte yakın kimselerin de doğruladığı üzere, söz konusu mantığın üç ayağı bulunmakta. Birincisi Suriye'nin kuzeyinde elde edilmiş ve ardından bir miktar kaybedilmiş olan egemenlik imkânının yeniden yaratılması. Kantonların birleştirilerek PKK yönetimi altına alınması… İkincisi Doğu ve Güneydoğu Türkiye'de PKK baskısı ile oluşturulmuş olan 'özerk' kamusal düzenin yapısal hale getirilmesi. Yani haraç alma, yol kesme, mahkeme kurma, asayiş sağlama gibi hizmetlerin milis denetine geçirilmesi. Üçüncüsü ise Haziran seçimlerindeki başarının PKK'nın hanesine yazılarak örgüt stratejisine destek olarak sunulması… Bu bağlamda HDP'nin fazla özerk olmamasının sağlanması da kritik bir hedef gibi durmakta.
Ne var ki PKK'nın bu stratejisinin başarılı olabilmesi için iki koşula ihtiyaç vardı ve ikisi de gerçekleşmedi. Biri ABD'nin PKK'ya olan dolaylı sempatisinin doğrudan bir koruma kollamaya dönüşmesi. Diğeri ise Türkiye'de Kürt coğrafyasına yaşayan halkın aynen Kobani olaylarındaki gibi aktif bir direnişin parçası olması. PKK her iki konuda da yanıldı. ABD Türkiye'nin meşru savunma hakkının yanında dururken PKK'nın bir 'terör örgütü' olduğunu bir kez daha tescil etti. Bölge halkı ise bütün davet, uyarı ve tehditlere rağmen ne toplantılara ne de protesto gösterilerine katıldı. Bu yetmezmiş gibi birçok yerde açıkça PKK gerillalarının eylemlerine karşı koydu.
Bu durum hükümetin PKK üzerine gitmesini kolaylaştıran bir psikolojik atmosfer yaratıyor. Nitekim artık bölgede kamu düzeninin tam olarak normalleşmesi ve PKK'nın silahlarını tam olarak ülkeden çıkarması gerçekleşmeden operasyonların durma ihtimali yok gözüküyor. Urfa'da görüştüğümüz bir kanaat önderi bunun PKK için bir 'nefes alamama' hali yarattığını söylüyordu. PKK'nın stratejisi her açıdan yanlış çıktı ama örgüt nasıl duracağını bilmiyor ve yenilmiş olmamak için terörün çıtasını yükseltmek zorunda kalıyor.
PKK'nın umudu aradığı nefesin Öcalan tarafından üflenmesi… Ne var ki bu da Öcalan'ın hükümetle ortak bir söylem üzerinde anlaşmasına bağlı. Ayrıca Öcalan'ın çizeceği doğrultunun Kandil tarafından da kabullenilmesi lazım… Eğer bu ihtimal de zayıfsa PKK ne yapacak? Öngörebildikleri tek taktik seçimi yaptırmamak ve suçu yine AK Parti/Erdoğan'a atmak gibi gözüküyor. Bunun da pek gerçekçi bir beklenti olmadığı düşünülürse, önümüzdeki günlerde araya bazı Batılı arabulucuların girmesi şaşırtıcı olmaz.