Osmanlı ülkesinde hatırı sayılır bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı. Çoğu 1492'de İspanyol zulmünden kaçanlardı. Ladino denilen İbranice-İspanyolca karışımı bir lisan konuşurdu. Selânik, İzmir ve İstanbul bunların en çok yaşadıkları şehirler idi.
Adım gibi biliyorum
Yahudiler, kıyamete yakın insanlığı kurtarmak; zamanın hükümdarını tahttan indirip Yahudileri Kudüs'e toplayarak "Tanrı'nın Krallığını" kurmak üzere bir mesih beklerdi. Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta, farklı şekillerde de olsa mesih inancı vardır. 1626'da İzmir'de doğan Sabatay Sevi adlı bir haham, 1648'de mesihliğini iddia etti. Ancak az kişinin inandığı Sevi, çeşitli seyahatler yaptı.
Kıyametin başlangıcı saydığı 1666 yılında şöhreti zirveye ulaştı. Yahudi dualarında değişiklikler yaptı. İbadetlerde dua edilen padişahın ismini kaldırıp kendi ismini koydu. Bazıları onu Yahudilerin beklenen kurtarıcı kralı olduğuna inanmaya başladı. Dünyayı 38 krallığa ayırdı; her birine sadık adamlarını tayin etti.
Bunun üzerine hahambaşı, kendisini hükümete şikâyet etti. Padişah Sultan IV. Mehmed'in huzuruna çıkarıldı.
Öldürüleceğinden korkarak müslüman olmuş göründü ve Mehmed ismini aldı. Orada bulunan Şeyhülislâm Vânî Mehmed Efendi "Adım gibi eminim ki bu adam müslüman olmadı. Ama ne çare dinimiz görünüşe itibar eder" demekten kendisini alamadı. Müritleri de topluca müslüman olduklarını ifşâ ettiler.
Gelibolu'da ikamete tâbi tutulan Sevi, boş durmadı. Sabataycılık denilen mezhebin 18 prensibini neşretti. Bunlar arasında Müslüman âdet, ibâdet ve bayramlarına görünüşte uymak; yabancılarla evlenmemek gibi hususlar da vardı.
Taraftarlarıyla gizlice âyin yaparken yakalanan Sevi, Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından sorgulanıp adamlarıyla beraber Arnavutluk'a sürüldü. 1675'de burada öldü. Mesele sürgünle çözüldüğü için hükûmet öldürme yoluna gitmemiştir. Çünki Osmanlılar, düzeni tehdit etmedikçe kimsenin inancına karışmazdı.
Kilit noktalar…
Sabataycılar, kendilerine ma'amînim (mü'minler), haberim (ortaklar), ba'ale milhamah (mücâhidler) gibi isimler verir. Tevrat'ın bâtınî tefsirini yapıp (Kabbala), Yahudilikteki birçok emir ve yasağı farklı yorumlayarak, İslâm dünyasındaki Bâtınîlere benzer bir yol tutmuşlardır. Sevi'nin Zohar (Işık) adlı Tevrat yorumunu okurlar.
Sevi'nin ölümünden yüz sene sonra üç gruba ayrıldılar. Yakub Qerido'yu sonraki mesih sayan Yakubîler; Osman Baruhya Ruso'nun, Sabatay Sevi'nin ruhunu taşıdığına inanan Karakaşlar; Sevi geleneğini sürdüren Kapanîler. Bunlar mesafeli yaşar; birbirlerinden ve yabancılardan kız almaz. Mezarlıkları bile ayrıdır.
Yahudilerin heretik kabul edip dışladığı Sabataycılar, uzun yıllar müslüman görünüp; evlerinde kendi inanç ve ibadetlerini yaşadılar. İçlerinden şeyhler, hatta şeyhülislâm (Hayatîzâde Emin Efendi-1748) bile çıkmuştır. Ekseriyetle Selânik, İzmir ve İstanbul'da otururlardı.
Avrupa ile teması olan, birkaç ecnebi lisan bilen, entelektüel bir cemaat idi. Bu sıfatları ile Osmanlı modernleşmesinde mühim rol oynayıp kilit noktalara geldiler. 1908'de Sultan Hamid iktidarına son veren Jön Türklerin çoğu Sabataycı idi. Böylece 20. asır başlarında Sevi'nin hayali gerçekleşerek, Osmanlı ülkesinde fiilî Sabatayist iktidarı kurulmuş oldu.
Entelektüel topluluk
Sabataycılar, sayıca az olmakla beraber, son yıllarda Osmanlı sosyal ve politik hayatında çok mühim bir yer işgal etmiştir. Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Hasan Tahsin, Halide Edip Adıvar, Ahmed Emin Yalman, Namık Zeki Aral (Rahşan Ecevit'in babası), Halil Lütfi, Abdi İpekçi, Dinç Bilgin, Sabiha Sertel; Jön Türk politikacılarından Cavit Bey, Mithat Şükrü Bleda ve Dr. Nâzım, 1950'lerde dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve başbakanlık müsetşarı Ahmed Salih Korur, son dışişleri bakanlarından İsmail Cem ve Emre Gönensay, 1961 anayasasını hazırlayanlardan Profesör Sıddık Sami Onar, işadamı Halil Bezmen, bu topluluğa mensup meşhur isimlerdir.
Müslüman olan herkese 'doğru yolu bulan' manasına 'muhtedi' dediği halde, Osmanlı cemiyeti, Sabataycılardan bu ismi esirgemiş; onları 'avdetî' (dönme) diye anılmıştır. İzmir eski belediye başkanı Osman Kibar, "Dönme misiniz?" diye soranlara, "Evet, ama ben 360 derece döndüm" derdi.
Çocuklarının hem entelelektüel yetişmesi, hem de benliklerini unutmaması için Feyziyye Mektepleri, Şişli Terakki Lisesi gibi müesseseler kurdular. Burada çok sayıda Sabataycı genç yanında, bazı Müslüman çocukları da tahsil gördü. Atatürk'ün okuduğu Selânik Feyzi Sibyan Mektebi, böyle bir mektepti. Müdürü Şemsi Efendi (Simon Sevi), din derslerini verirdi.
Gazeteci Itamar Ben-Avi (1882-1943), 1911'de Kudüs'teki Kamenitz Oteli'nde o zamanlar genç bir subay olan Mustafa Kemal Bey ile mülâkat yaptığını; kendisine Sevi'ye inananların soyundan geldiğini, fakat kendisini Türk kabul ettiğini, hatta babasının Venedik'te basılmış bir Tevrat'ı öğretmek üzere kendisine Karaim Yahudisi hoca tuttuğunu söylediğini anlatır. Mustafa Kemal, aklında kalan bir duayı, "Shema Yisrael Adonai Eloheinu ve Adonai Ehad" (Dinle ey İsrail! Rabbimiz olan Allah tektir) okumuş ve kendi gizli duası olduğunu söylemiştir.
Statüko
Sabataycılar giderek aralarındaki katı ayrılıkları kaldırdılar. İçlerinden samimî müslüman olanlar yanında, ateistliğe kayanlar da oldu; klasik Sabatayist geleneği sürdürenler de... Yaşantıları laiklik anlayışına örnek teşkil etti. Sinema ve matbuat dünyasına hâkim oldular. Türkiye'nin ilk sinema şirketlerinden İpek Film, İpekçi ailesine aitti.
1920'li yıllarda Yahudilerin kullandığı düşünülen Karakaş Rüştü adında bir dönmenin ifşaatıyla Sabataycılar üzerindeki sis perdesi aralandıysa da, hükümet bunu önledi. İttihatçıların maliye nazırı Cavid Bey; Sabataycıların ilderi pozisyonunda idi; hatta 1926'daki idamına biraz da bu sebep olmuştu.
1942 çıkarılan Varlık Vergisi, Sabataycılardan, müslümanların iki misli olarak tahsil edildi. Türkiye'deki sayısının birkaç bin olduğu zannedilen bu grubun, azınlık psikolojisi altında bir nevi gizli faaliyet yürüttükleri; hatta statükoyu korumak adına liberal düşünce ve demokrasideki gelişmelere direndikleri kanaati hâkimdir.