Rosa Brooks, 2016 yılında yayınlanan "Her Şey Savaşa Dönüşüp Ordu Tek Güç Olurken: Pentagon'dan Hikayeler" adlı kitabında, savaş ile barış arasındaki sınırların giderek belirsizleşmesinden bahsederken aynı zamanda, ABD'nin farklı dış politika alanlarında gittikçe artan oranda askeri vasıtalara başvurmasına ve bu yeni alışkanlığın yarattığı tehlikelere değiniyor. Brooks şöyle diyor: "Amerikalılar giderek yaygın şekilde orduya, yanlış giden her şeyi düzeltmeye yarayan çok amaçlı bir alet muamelesi yapıyor." Brooks ABD yönetiminin kasırgalar ve depremler de dahil olmak üzere birçok durumda orduyu kullanmasını eleştiriyor. "Elinizde çekiç varsa her sorun size çivi gibi görünmeye başlar" sözüne atıfta bulunan Brooks, "İşleyen tek devlet kurumunuz ordu olunca, size her şey savaş gibi gelir. Her şeyi savaş olarak görünce de, her durum askeri bir görev izlenimi verir." Askerlerin Amerikan yönetiminde gittikçe artan ağırlığı ve bunun dış politika ile güvenlik politikaları üzerindeki etkilerine dair son tartışmalar bağlamında, bu askerileşmenin önümüzdeki aylarda dış politikayı nasıl etkileyebileceğini ele almak önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın görevden alınarak yerine CIA Başkanı Mike Pompeo'nun getirilmesi, devam etmekte olan bu tartışmayı tekrar alevlendirdi.
Trump'ın Tillerson'ı görevden alması hiç kimseyi şaşırtmasa da, bunun yapılış şekli ABD siyasetini izleyen birçok kişiyi şoke etti. Tillerson çok uzun bir zamandan sonra başkan tarafından görevden alınan ilk dışişleri bakanı olurken, sürecin kendisi de Twitter üzerinden yürütülen kabine seviyesinde ilk görevden alma işlemi oldu. Trump'ın attığı tweet'ler sonrasında işler iyice karıştı. Dışişleri Bakanlığından yapılan bir açıklama, Trump'ın karar öncesinde Tillerson ile konuşmadığını, Tillerson'ın görevden alınma sebebini bilmediğini ve aslında görevinden ayrılma niyetinde olmadığını gösterdi. Tillerson'ın yaptığı çarpıcı açıklama da, Trump'ın onu tweet'i attıktan sonra aradığını ortaya çıkardı. Bu süreç ve gerek Washington'da gerekse dünya çapındaki yansımaları hakkında söylenebilecek birçok şey var.
ABD dış politikası hakkında en sık dile getirilen kaygılardan biri, hem ordunun hem de askeri eğitimi ve geçmişi olan sivil isimlerin dış politikadaki giderek artan rolü. Tillerson'ın hemen ardından Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster da görevden alınırken, muvazzaf ve emekli generaller yönetim içinde hâkim konumda. ABD tarihinde bir başkan ilk kez, hem ulusal güvenlik danışmanlığına hem de özel kalem müdürlüğüne generalleri atadı. Bu iki general, birlikte ya da kendisi de bir general olan Savunma Bakanı James Mattis ile aynı dönemde görev yapmış. Tillerson'ın görevden alınmasını takiben yapılan açıklamalarda bile orduya sıkça vurgu yapıldı. Tillerson orduda görevli erkek ve kadın askerler ile Savunma Bakanı Mattis'e övgüde bulunurken, Dışişleri Bakanlığı da Tillerson ile Mattis arasındaki ilişkiye atıfta bulundu. Bu durum iki bakanlık arasındaki yakın işbirliğini ve daha da önemlisi eşgüdümü ortaya koyuyordu. Ancak Mattis'e yönelik bu övgüye rağmen, Tillerson'ın son bir ay içinde ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) ile birkaç kez ihtilafa düştüğünü hatırlatmak gerekiyor. Tillerson önce, CENTCOM yetkililerinin Suriye'deki sınır koruma birlikleri hakkında yanlış bilgi verdiğini söyledi. Daha sonra Türkiye ziyareti sırasında, ABD'nin Ankara'ya verdiği sözleri tutmadığını belirtti. Son olarak da geçtiğimiz hafta, CENTCOM Komutanı General Joseph Votel birkaç hafta önce Tillerson'ın açıkladığı Suriye politikasına aykırı beyanatlar verdi. Tillerson'ın son açıklamaları, özellikle Türkiye'yle bozulan ilişkileri düzeltme çabası olarak yorumlandı.
Tillerson'ın koltuğuna, West Point Askeri Akademisi mezunu Pompeo oturdu. Bu yeni atama, Amerikan dış politikanın askerileşmesi ve ABD'nin dünya çapındaki diplomatik kapasitesinin gerilemesi hakkında soru işaretleri uyandırıyor. Bu endişeler haklı çıkarsa Amerikan dış politikası söylemlerin giderek askeri bir hal almasıyla birlikte diplomasinin geri plana itildiği bir kısır döngüye girer. Bu da tıpkı Brooks'un belirttiği gibi, askeri operasyonların kapsamını genişletir ve askeri bütçenin artırılmasını zaruri kılar. Bu arada Dışişleri Bakanlığının kapasitesi ile kaynaklarının azalması, ABD'nin dünyanın çeşitli yerlerindeki ortakları ve müttefikleriyle ilişkilerini daha da sorunlu hale getirir. ABD zaten halihazırda kamu diplomasisi ve diplomatik iletişim konusunda ciddi sorunlar yaşıyor. Ayrıca uzun dönemli stratejilerin olmadığı bir ortamda ordunun artan ölçüde devreye sokulması, askeri operasyonların tıpkı Suriye'de görüldüğü gibi Amerikan dış politikasına yön vermeye devam ettiği bir duruma yol açabilir. Bu tür taktik odaklı politikalar, Amerikan dış politikasını daha öngörülemez bir hale sokar ve verilen mesajlar ile sahadaki politikalar arasında uyum sağlanmasını güçleştirip müttefiklerle araya daha da açarak ABD'nin uzun dönemli çıkarlarına zarar verebilir.
Bu şartlarda, yeni dışişleri bakanının askerlerin ABD dış politikasındaki artan ağırlığını dengelemesi önem taşıyor. Dışişleri Bakanlığındaki moral, motivasyon ve personel eksikliği hakkında çıkan haberler ışığında değerlendirildiğinde, yeni bakanı bekleyen en zor görev de bu olacak.