Suriye'deki iç karışıklık ve devam eden kaos ortamı en başından beri komşu ülkelerin iç güvenliğini tehdit etme potansiyeline sahipti. Bütün dünyanın gözleri önünde Suriye'de rejim bunalımı önce kanlı bir iç savaşa ve ARDINDAN büyük bir insanlık dramına sürüklendi. Pek çok kimsenin acilen 'bir şeyler yapın' çağrısına artık uluslararası toplumun kulak vermesini bekliyoruz.
Geride bıraktığımız dört senede milyonlarca insan yerlerinden yurtlarından oldu, bu insanların pek çoğu bugün radikal örgütlenmeler için kolay bir av durumunda. Suriye'de devlet boşluğundan istifade eden irili ufaklı pek çok terörist yapı bu süreçte güçlendiler, sahada aktif hale geldiler.
Geçen hafta Türkiye'de yaşananlar; önce Suruç'un bombalanması, ardından Ceylanpınar ve Adıyaman'daki saldırılar ve Kilis'teki çatışma bizlere Suriye krizinde bir dönüm noktasında olduğumuzu gösteriyor. Türkiye'nin bundan sonra alacağı tedbirler ve izleyeceği yol çok farklı olacaktır.
Türkiye bugüne kadar karşılaştığı pek çok provokasyona rağmen sağduyuyu elden bırakmadı ve her zaman tedbirli davranmayı tercih etti, ülkeyi savaşa sokabilecek hiç bir adım atmadı. Ama artık DAEŞ ve PKK ile aktif mücadele dönemine giriliyor.
Geçen hafta güvenliğinin açıkça tehdit edildiği terör saldırılarından sonra olası saldırıları önlemek ve güvenliğini sağlamak amacıyla insiyatif kullanıldı ve bir dizi operasyon gerçekleştirildi. Yapılan operasyonlar Türkiye'nin müdaheleden uzak duran tedbire dayalı politİkasında bir kırılma noktası oluştuğunu gösteriyor. Ayrıca Suruç saldırısının ardından PKK tarafından gerçekleştirilen saldırılar ve ardından çıkan olaylardan sonra 13 farklı ilde terör gruplarına karşı polis operasyonları da düzenlendi. Üstelik bu operasyonlara önümüzdeki haftada da devam edileceğe benziyor. Elbette bu yöntem değişikliğinin Türkiye'nin iç ve dış politikası üzerinde de belli başlı etkileri olacak.
İç politikada Suruç patlamasının en belirgin etkisinin çözüm sürecinin seyrinde gözlemleneceğini düşünüyorum. Her ne kadar Başbakan Davutoğlu 'Muhataplar değişse de çözüm süreci devam edecektir' demiş olsa da bütün bu yaşananlar çözüm sürecinin seyrinde bir fetret dönemine sebep olabilir. Zira olayların hemen ardından HDP yetkililerinin ve PKK'nın yaptığı sorumsuz açıklamalara bakıldığında 6-7 Ekim olaylarının başlangıç süreci aklımıza geliyor. Mesele bir tek PKK ile sınırlı da değil. Suruç'ta ölenlerin cenazelerinde bazı DHKP-C örgütü elemanlarının silahlı olarak boy göstermesi, önümüzdeki dönemde terör ile mücadelede daha etkin bir yöntem izlenmesini de zorunlu kılıyor. Yani operasyonlar hem DAEŞ, PKK hem de diğer terör örgütlerini kapsayacak.
Yaşanan son gelişmelerin dış politika ayağında ise öncelikle DAEŞ'e karşı yürütülen operasyonlar var. Eğer Suriye'deki krize karşı etkin bir strateji geliştirilmezse DAEŞ veya benzeri terör örgütlerinin yeşerip gelişeceğini, krizden bölge ülkelerinin ister istemez etkileneceğini defalarca yazdık, söyledik.
Suruç saldırısından sonra gelişen konjonktür gösterdi ki koalisyon güçlerinin yaptığı onlarca operasyona ragmen DAEŞ bölgede hepimiz için en büyük tehdit halini almıştır. Amerika ve Türkiye ise daha henüz geçen hafta bir operasyonel ittifaka gidebildiler.
Uluslararası kamuoyu şunu anlamalıdır ki, DAEŞ sadece Türkiye'nin sorunu değil. Asıl mesele Suriye'deki krize ortak bir çözüm bulunması ve bölgede istikrarın sağlanmasıdır. Aksi halde DAEŞ, bölgede istikrarı ve uluslararası barışı tehdit etmeye devam edecektir. Türkiye, kendi güvenliğini korumak için operasyonlar yapıyor ancak operasyonlar kısa vadeli çözümler getirecektir. Asıl ihtiyacımız olan şey, Suriye krizine kalıcı bir çözüm stratejisi geliştirmektir ve bu konuda da uluslararası topluma büyük görev düşmektedir.