İsrail'le normalleşme süreci başladı ertesi gün Rusya ile ilişkiler de rayına oturdu. Bu iki gelişme hemen şimşeklerin çakmasına neden oldu.
Şu şekilde yorumlar yapıldı, "İsrail yetmiyormuş gibi Rusya ile de mi?"
İsrail'le ilişkileri donduralı 6 yıl oldu.
Dönün bakın 6 yıl öncesine neler diyorlardı.
Mesela CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 8 Eylül 2010'da İsrail Televizyonu Kanal 2'ye verdiği bir röportaj var. Mavi Marmara katliamından 3 ay sonra İsrail medyasına konuşuyor, İsrail'le ilişkilerimiz bozuldu diye hükümeti eleştiriyor, İsrail'le Türkiye arasında barış çağrıları yapıyordu.
Bugün Mavi Marmara katliamından dolayı, İsrail'e özür dilettik, tazminatı ödettik, Gazze ambargosunu da bize özel bir şekilde kaldırttık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'le ilişkileri dondururken, 3 şart koşmuştu, bunların 3'ü de kendi, Ak Parti veya hükümet çıkarlarıyla ilgili değildi.
Tam aksine normalleşme şartları, Mavi Marmara katliamındaki şehitlerimiz ve Filistinliler içindi.
Düşünün bir ülke, bir başka ülkeye barışma şartı koşuyor, o şartlardan biri de üçüncü ülke halkına bir ödül oluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail meselesinde böyle yaptı.
Ama CHP eleştiriyor.
Dönün 6 yıl öncesine demiştik ya Sayın Kılıçdaroğlu'nun İsrail televizyonuna verdiği röportajı hatırlatmıştık.
Şöyle bir gerçek var ortada, Erdoğan, İsrail'e kök söktürürken, CHP'lilere kalsa, bırakın özrü, tazminatı, Gazze'yi, üstüne özür dileyip barışma yolunu da seçebilirlerdi.
CHP'den başka eleştirenler de oldu.
Siyonistlerle böyle yapılır mı, görüşülür mü, falan diye.
Bugüne kadar yıllardır sürekli Filistin davasıyla ilgili konuşan, mücadele eden arkadaşlar, hatta biraz da kantarın topuzunu kaçırıp, hakarete varan ağır laflar ettiler.
Onlar için de şöyle bir gerçek var ki, Filistin davası hepimizin davası.
Ve bugüne kadar Filistin davası için konuşulandan fazlasını Erdoğan'ın bu anlaşması yaptırmış oldu.
Anlaşmaya bakınca sonuç ortada, laftan ziyade somut veriler var, özür var, tazminat var, Gazze'ye giden Türk yardımları var.
En azından şöyle düşünün, Gazze 10 yıldır abluka altında ve ekmek bile sayıyla veriliyor, Gazze'ye.
Türkiye ne yaptı, 10 bin tondan fazla yardım malzemesini, tek kalemde Gazze'ye gönderdi.
Bir de şu var.
Bizde eleştiri oldu, Siyonistlerle neden anlaştık diye.
Ama İsrail'de olmadı mı sanki, onlar da Netanyahu'yu yerden yere vurdular, "bu nasıl anlaşma hem Türkiye'nin hem Hamas'ın zaferi, bizim için ise yenilgi" diye.
O halde İsrail neden kabul etti, bunda vardır bir bit yeniği diyenlere de izah edelim.
İsrail'e kalsa 6 yıl beklenmeyecekti bile, onlar geçen vaktin kayıp olduğunu defalarca söylediler, 2012'den beri de barışmak için çabalıyorlar.
Türkiye'nin enerji transferinde merkez üs olması, İsrail'in ticari kayıpları, ekonomik kriz ve hatta Gazze ablukasının bile ağır maliyeti, İsrail'i Türkiye'yle anlaşmaya iten nedenlerdi.
Ama şu bir gerçek ki bu anlaşma Türkiye'yle İsrail'i Filistin konusunda ortak paydada buluşturmuyor. Gazze meselesi, Mescid-i Aksa işgali, Kudüs ve Batı Şeria saldırıları, Türkiye'nin her zaman öncelikli savunacağı konulardır.
Zaten İsrail'le kavga Filistin davasından çıktı, bunu hatırlasalar bile anlayacaklar aslında meseleyi.
Rusya ile ilişkilere gelince.
İki ülke adına daha da ortak gerekliliklerin olduğu bir anlaşma.
Rusya'yla bozuşurken eleştiri vardı da aynı isimler, barışırken neden eleştiriyor, anlamak mümkün değil.
Sonuçta dış politikada ülke menfaatleri önde gelir.
Elbette Türkiye kendi menfaatlerini düşünerek hareket ediyorsa Ruslar da öyle yapacak.
Dış politika bu iki tarihi gelişme yaşanırken, İstanbul terör saldırısıyla sarsıldı.
İsrail'le normalleşmeyi, Rusya ile yakınlaşmayı eleştirenler, terör saldırısında da aynı ağza devam etti.
Bir kez daha anlaşıldı ki bunların derdi Filistin, Gazze falan değil hatta terör de değil.
Maalesef durum böyle.
Brüksel'le 22 Mart'ta benzer bir terör saldırısı olmuştu. Onunla kıyaslayanlar çıktı ki, bu hiç de hoş değildi çünkü Brüksel'de terör saldırısına hedef olan havalimanında saldırıdan dakikalar sonra yaralılar kendi başlarına terminalden çıkmış, oturacak bank arıyorlardı, ortada sedye, ambülans, polis yoktu.
Havalimanı iki haftaya yakın kapalı kaldı. Brüksel'de hayat durma noktasına geldi.
İstanbul'da sabahına havalimanı açıldı, bir tane bile krize neden olacak görüntü ortaya çıkmadı.
İhmal, ihmal diye bağırıp, ihmal arayanlara da şunu söylemek gerek. Canlı bombanın tedbiri olmuyor maalesef, x-ray'dan geçerken yakalıyorsun ama kendini patlatıyor. Ve Amerikalılar da Avrupalılar da buna önlem almasını bilemiyorlar.
İhmalden geçip, istifacılara gelelim.
Hiç kusur bulamayıp, o istifa etsin, bu niye duruyor, kim bedel ödeyecek diye ahkam kesenlere de şu örnekleri verelim.
11 Mart 2004'de İspanya'nın başkenti Madrid'de, 3 tren istasyonu havaya uçuruldu, 186 kişi hayatını kaybetti. İçişleri Bakanı Ángel Acebes Paniagua'ydı. İstifa etmedi. Etsin diye baskı yapan da olmadı.
7 Temmuz 2005'te İngiltere'nin başkenti Londra, 6 metro istasyonu havaya uçuruldu, 37 kişi hayatını kaybetti, İçişleri Bakanı Charles Clarke'tı, İstifa etmedi, istifası gündeme bile gelmedi, partisi iktidarı kaybedene kadar koltuğunda kaldı.
7 Ocak 2015'te, Fransa'nın başkenti Paris'te Çarli Hebdo dergisi basıldı, peşinden market basıldı, 11 kişi hayatını kaybetti, İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve'ydı, ihmalin her türlüsü vardı ama istifası istenmedi.
13 Kasım'da bu kez Paris'te eş zamanlı 9 saldırı gerçekleştirildi, 132 kişi hayatını kaybetti. İçişleri Bakanı, bir yıl içinde ikinci büyük terör saldırısını gördü ama yine kimse ona "neden istifa etmiyorsun" demedi.
Bir de 2001'deki 11 Eylül saldırıları var. Belki çok kişi bilmez ama ABD'nin içişleri bakanı Gale Ann Norton'du ve 2006'ya kadar görevinde kaldı yani Bush'un ikinci dönemini bile gördü.