Fransa'da son bir yılda 3 önemli yasa tasarısı gündeme geldi. Bunlardan ilk ikisi yasalaştı, yürürlüğü girdi, uygulanıyor. Üçüncüsü ise kapıda.
Ocak 2015'teki Çarli Hebdo saldırısı sonrası güvenlik ile ilgili yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Polisin yetkileri arttırıldı.
Kasım 2015'te Paris saldırıları meydana geldi. Bu kez olağanüstü hal yasası geçti.
İki düzenleme Fransa'yı polis-istihbarat ülkesine çevirdi. İnternetin kapatılmasından, sivil özgürlüklerin kısıtlanmasına kadar bir çok madde vardı o değişikliklerde.
Neredeyse kimsenin gıkı çıkmadı, hiç öyle kendilerini sokağa dökülen kalabalık kitleler görülmedi, kimse "devlet polis devleti oluyor", "hani bizim özgürlüğümüz" falan demedi.
Üçüncü yasa tasarısında ise kıyamet koptu, hala da kopmaya devam ediyor. Geçen Şubat'tan bu yana çalışma yasasındaki düzenlemeler, halkı sokağa döktü.
Bu kez işin ucunda ekmek var. Çünkü yeni yasa tasarısına göre çalışma saatleri artıyor, işçinin değil işverenin eli güçleniyor, işten çıkarılmalar kolaylaştırılıyor.
İşte bu duruma çok öfkelendi Fransızlar. Neredeyse 2 aydır sokaktalar, eylemler çığ gibi büyümeye başladı. Özgürlükler kısıtlanınca kimsenin umurunda olmadı ama işin ucu ekonomiye dokununca herkes ayağa kalktı.
İlk iki yasayla eli güçlenen devletin polisi, üçüncü yasa tasarısına karşı ayaklanan halkın hiç de gözünün yaşına bakmadı.
Paris başta olmak üzere Nantes, Rennes, Strasbourg gibi kentlerde günlerdir devam eden hükümet karşıtı gösterilere, polisin müdahalesi öyle böyle değil bir hayli sert oluyor. Mesela kadın bir göstericiye tekme atan polis gördük, bir başka yerde ayağında paten olan bir başka kadını yumruklayıp deviren polis gördük, yere yatırılan göstericinin üzerine çıkıp tepinen polisi de gördük.
Bunların hepsinin görüntüleri yayınlandı, gezideki "kırmızılı kadın" algı operasyonunun yüzde yüz gerçekleri vardı Paris'te ama kimse dönüp bakmadı bile. O polis şiddeti görüntüleri uluslararası haber ajanslarının gündeminde yoktu, sosyal medyadan paylaşılan ve Avrupa'da yerel basın organları tarafından kullanılan küçük haberler hatta haber arasındaki insert görüntüler olarak yayınlandı.
2014'te Hamburg'da Alman polisi olağanüstü hal ilan edip, göstericilerin çadırlarını yerle bir ettiğinde de aynı tavır sergilenmişti.
Ve elbette 1 Mayıs, hem dünkü hem de önceki yıllarda Fransa'da, İtalya'da özellikle de Almanya'da 1 Mayıs eylemlerinde de benzer polis şiddeti görüntülerine rastladık. Mesela Alman polisi Berlin'de metronun içerisinde kalabalığın yüzüne gözüne biber gazı sıkıp, ortalığı cehenneme çevirdi de kimse "ne oluyor burada" diye sormadı.
Tekrar konuya dönecek olursak, Fransa'daki yasa düzenlemelerinde ortaya şöyle bir tablonun da çıktığını görebiliyoruz. İnternet, sosyal medya, özgürlük, basın, düşünce, ifade hürriyeti, polis devleti, güçlü istihbarat, asker, postal falan bunların hiç birinin çok da önemli karşılığının olmadığı gerçeği var.
Eğer olsaydı, Fransızlar tüm bu saydığım maddeler için ortalığı savaş alanına çevirirdi. Ama yapmadılar, bugün yangın var Paris sokaklarında sebebi ise özgürlüğün kısıtlanıyor olması değil eve ekmek götürmenin zorlaşıyor olması.
Türkiye'de bizim polisimizi, bizim askerimizi, bizim devletimizi en ufak olayda "öcü" gibi gösterip, "bunlar Avrupa'da olsaydı, şöyle yaparlardı, böyle yaparlardı" diyenlerin yıllardır bizim halkımızı kandırdığı ortaya çıkıyor.
Kimse kimseyi aldatmaya kalkmasın, 1 Mayıs üzerinden ya da laiklik üzerinden veya terör üzerinden devleti, polisi, askeri "katil" ilan etmenizin hiçbir karşılığı yok.