Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci krizi anlaşmasında hassas dengeler vardı. Avrupa kendisi adına büyük dert olan Suriyeli mültecilerden kurtulmak için Türkiye'nin kapısını aşındırdı. Yardım paketi, vize muafiyeti, yeni fasılların açılması gibi şartları kabul etti.
Mart ayında Brüksel'deki zirvede vize muafiyetinin karşılığı olan geri kabul anlaşmasının içeriğine Suriyeli mültecilerin iadesi de dahil edildi.
Mülteci krizi anlaşmasında algılar bir anda vize anlaşmasına dönüşüverdi.
Avrupa, kendi sıkıntısı olan mülteci krizinin üzerini çizerken, ortadaki sıkıntının yükünü Türkiye'nin sırtına attı ve "Türkiye vizeler kaldırılsın diye Avrupa'nın dediklerini yapmak zorunda" şeklinde bir algı oluşturdu.
Oysa Avrupa'da manzara tam tersiydi, bir çok ülkenin halkları, muhalefet partileri, kendi liderlerini "mülteci krizinde Türkiye'ye yenik düşüyoruz, Türkiye'nin her dediğini yapmamalıyız" diye eleştiriyordu.
Batı medyasının algı operasyonu Türk halkı üzerine yoğunlaştı, vizesiz Avrupa seyahati vaadi, Avrupa'nın mülteci korkusunun üzerini örttü.
Avrupa "bizi mültecilerden kurtarın" diye Türkiye'nin kapısındayken, "Türkiye vize istiyorsa bunları bunları yapmalı" noktasına gelindi.
Peki nelerdi o şartlar?
Vizeleri kaldırma karşılığında Türkiye'den "terörle mücadelenin tanımı" adı altında olmadık şartlar öne sürüldü.
3 hafta önce ilerleme raporundaki PKK dayatmasını bu kez "eğer vizelerin kaldırılmasını istiyorsanız, PKK'yı rahat bırakacaksınız" maddesiyle önümüze koymaya kalktılar.
Bunlara gereken en güzel, en net ve en anlaşılır cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi, "biz yolumuza, siz yolunuza" diyerek.
Çünkü mülteci anlaşması mülteci anlaşmasıdır, bu anlaşmayı sağlamak isteyen, bunun için adım atmak zorunda olan da Avrupa Birliğidir.
Bugün bize dayattıkları vize serbestisi şartları ise mülteci anlaşmasının nereden nereye geldiğini gösteriyor, o anlaşmanın nasıl boyut değiştirdiğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hamlesiyle belli ki AB yeniden başa dönmek zorunda kalacak. Yani o boyut değiştiren anlaşma yeniden geçen Kasım'daki halini alacak.
5 Mayıs sonrası AB'den gelen açıklamalar da bu yönde. Mesela AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Haber, "mülteci anlaşması Davutoğlu yönetimindeki Türk hükümetince önerilen bir girişimdi. Vize serbestisi ve Geri Kabul Anlaşmasını tamamlamak için teknik kriterler ve rapordaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi konusunda sürekliliğe ihtiyacımız var. Bundan sonra gelecek hükümetlerden de bunu bekliyoruz" dedi.
Açıkçası AB'nin yeni hükümetten beklentisi, bize dayattıkları terör başlığı daha doğrusu PKK konusuna hoşgörülü olmamız şartının yerine getirilmesi.
Benzer açıklamalar AB Komisyonu Başkanı Junker, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz'dan da geldi ve son birkaç gündür bir çok Batılı gazetede de bu konu derinlemesine işlendi.
Özetle hükümet değişikliği AB'nin pek de işine gelmedi. Küçük de olsa mülteci anlaşması ya da vize anlaşması karşılığında Türkiye'yi PKK dayatmasına mahkum etmeyi planlıyorlardı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "biz yolumuza siz yolunuza" mesajıyla bu planlarının yarım kaldığı anlaşılıyor.
Bundan sonra Avrupa mülteci işini çözmek istiyorsa o anlaşmayı yeniden ilk haline yani Kasım ayındaki çizgisine çekmek zorunda.
Türkiye'den de hele ki PKK konusunda tek bir taviz parçası bile koparmayı aklından çıkarmak zorunda.
Biz unutmadık, onlar da unutmasın ki mülteci konusunda anlaşma yapmak onları öncelikli derdi, bizim değil.