Bir süre önce Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da dört gün geçirdik. Sadece iki kere korna çalındığını duydum.
Türkiye'deki durum ise malum: Trafik ışığı kırmızıdan yeşile döndüğü an, beşinci sıradaki "Yürüsenize be!" dercesine kornaya abanıyor. Sanki yoluna devam etmek isteyen sadece o, diğerleri pikniğe gelmiş.
Trafik Müdürlüğü'nün istatistiklerinde gereksiz yere korna çalanlara kesilen cezalar yer alıyor. İnanmıyorum! Çünkü bunca yıldır İstanbul'da yaşıyorum, bir trafik polisinin bu eşekliğe ceza yazdığını ne gördüm, ne duydum.
Bizim gazetenin hemen yakınında genç bir trafikçi durur. Tek yaptığı kırmızı ışıkta geçenlere ceza yazmak... Halbuki 20 korna çalışın, 19'u gereksiz. Bizimki kılını dahi kıpırdatmıyor.
Sivil toplum da bir âlem. Mesela Toyota'nın "Korna Çalma, Huzurumu Çalma" diye bir kampanyası var. Bu sloganın yazıldığı billboard'un önünde, 24 saat içinde 5289 kez korna çalınmış. Yani kimsenin taktığı yok. Ne bekliyorlardı ki? Olmayacak dualara amin deyip duruyorlar.
Baba parası harcayan sonradan görmeler hariç, Türkleri can evinden vuran olay ceza ödemektir. İşe minibüs ve taksilerden başlayacaksın. Kazandıkları paranın buharlaşmaya başlaması, bakın nasıl da etkili oluyor.
Niye kırmızı ışığı ihlal eden sürücü çok az? Çünkü EDS etkili. Kıssadan hisse: Her fırsatta ceza kesmeden korna tacizi engellenemez.
En pratik çözümlerden biri, araç kornalarının, şehir içi hız olan 50 km'ye kadar, bisiklet zili şeklinde çalmasıdır. Kimse, dijital çağda bunun yapılamayacağını söylemesin bana... "Kornası bisiklet zili şeklinde çalan aracı kim alır" diyeceksiniz. Devlet otomotiv üreticilerini zorlarsa, üç- beş yıl içinde yeni düzene geçilir.
Bir medeniyet projesi olduğu için Avrupa Birliği'ne taraftarım. Ama eğer bir Alman, bir Fransız, bir Hollandalı olsaydım, sırf bu korna meselesi yüzünden Türkiye'nin alınmasına karşı çıkardım.
Not: Bu konuyu daha önce yazdım, daha da yazacağım. Çünkü biz bir hayal dünyasında yaşıyoruz. "Medeniyetimiz" dediğimiz şey, aslında medeniyetsizlik!