Daha önce söylemiş miydim? Vaktim olduğunda, aklıma estiğinde süpermarketlere giderek raflardaki yiyecekleri incelerim. Yeni bir ürün olup olmadığına bakarken, ambalajlardaki tanıtım yazılarını okurum.
Bu konu beni ilgilendiriyor.
Çünkü nüfusumuz artmayı sürdürürken, insanların çoğunluğu kentlerde yaşıyor. Ayrıca yediğine içtiğine dikkat eden, bilhassa çocukları için kaliteli ürünler isteyen orta sınıf giderek büyüyor.
Tarım alanlarında apartmanlar, sanayi siteleri, fabrikalar yükselirken... Su kaynakları azalırken, bu nüfus nasıl beslenecek?
Organik yiyecekler iyi-güzel de, milyonlara yetmez: Çünkü üretimi az ve pahalı...
O halde endüstriyel yiyeceklere mecburuz.
Tabii sağlığımıza uygun ve lezzetli olmak şartıyla...
Peki, ne yapmalı? Yapılması gereken işlerden birinin ne olduğunu biliyorum.
Tarımdan anlasam, bir yerlerden sermaye bulur, buluşturur bu alana girerdim.
Yapacağım ilk iş, Şigeharu Şimamura'nın kapısını çalmak üzere Japonya'ya uçmak olurdu.
Şimamura bitki fizyolojisi alanında bir uzman. Yani bir bikrinin sağlıklı bir "vücuda" sahip olmak için nelere ihtiyacı olduğunu biliyor: Ne kadar ışık, ne kadar toprak, ne kadar gübre, vs.
Bay Şimamura, eski bir elektronik fabrikasının yerine, dünyanın en büyük serabostanını kurarak, geçenlerde üretime geçti.
Ancak bu sera, başka sera: Güneş ışığı yerine Amerikan General Elektrik firması tarafından üretilen ampulleri kullanıyor.
Sera tam bir kapalı sistem: Sıcaklığı ve nemi elektronik olarak kontrol ediliyor.
Havası ve toprağı bitkilere musallat olan mikroplardan arındırılmış durumda. Ayrıca fırtına veya sel gibi ürünü tarumar eden doğal felaketler de söz konusu değil burada.
Seradan içeri girdiğinizde her biri 17 raftan oluşan 18 üretim bloğuyla ve içlerinde yanan 17 bin 500 adet özel LED ampul ile karşılaşıyorsunuz.
Suya ne gerek var ki?
Bay Şimamura ve ekibi bu raflarda salata üretiyor. Evet, bildiğimiz, "kıvırcık" da denilen, "yeşil salata"...
Soracaksınız: "Niye güneş ışığından yararlanmıyorlar da, ne kadar az olursa olsun, elektrik harcayarak suni ışık kullanıyorlar?"
Çünkü salatanın, ideal olarak kaç saat gündüze ve geceye ihtiyacı olduğunu saptamışlar. "Faraza" 6 saat gece ve 6 saat gündüz yetiyormuş.
Buradan hareketle ışıkları 6 saat açık tutuyor, sonra da 6 saat kapatıyorlar. Yani "salatanın bir günü" 12 saatte tamamlanmış oluyor. Böylece salatanın yetişme süresini yarıya indiriyorlar.
Şimdi geldik turpun büyüğünü çuvaldan çıkarmaya: Bu şekilde salata yetiştirmek için ne kadar su gerekiyor dersiniz? Sıkı durun:
Normal bir tarlada kullanılanın yüzde 1'i (yüzde biri) kadar...
Yarım futbol sahası büyüklüğündeki bu özel sera-bostandan, günde 10 bin adet salata alınıyor. (Piyasayı bilenler kârlı mı, değil mi; hesaplayıversin lütfen.) Bay Şimamura'nın, "endüstriyel tarıma asıl şimdi başladık" demesi boşuna değil. Çünkü böyle bir tesisi, iklime, toprağa ve hatta suya bağlı olmadan, dünyanın her yerinde kurmak mümkün...
"Madem geleceğin tarımı böyle olacak; biz de her yere apartman dikeriz" diyen var mı aranızda?