Fenerbahçeli okurlarımızdan bazıları, dünkü eleştirel yazıdan sonra, "Ne yani, yarı finale çıkmamıza sevinmediniz mi" dediler.... Hiç öyle şey olur mu? Elbette sevindim. Ama bir yanım buruk kaldı. Anlatayım...
Bilen bilir, ben tuttuğum takımın maçlarını iki kategoride değerlendiririm: Sevinmek ve gurur duymak...
Sevinmek, maçın sonucuyla ilgili bir durum. Tuttuğum takım galip gelirse sevinirim. Yenilirse üzülürüm...
Gurur duymak ise oynanan futbolla alakalı. Güzel oynarsa gurur duya- rım. Kötü, mıgır, dandik bir futbol ise elbette gurur vermez.
Bu iki kategoriden dört olasılık ortaya çıkıyor:
1) Hem sevindiğim, hem de gurur duyduğum maçlar...
2) Sevindiğim ama gurur duymadığım maçlar...
3) Üzüldüğüm ama gurur duyduğum maçlar...
4) Hem üzüldüğüm, hem de gurur duyamadığım maçlar... İtalya'da oynanan Lazio karşılaşması ikinci kategoriye giriyor: Berabere kalarak turu geçtiğimiz ve böylece yarı finale kaldığımız için elbette çok sevindim. Havalara uçtum!
Ancak oynanan futboldan hiç gurur duymadım. Lazio, 90 dakikalık maçın 75-80 dakikasında F.Bahçe'yi kendi yarı sahasına hapsedecek kalitede bir takım değil ki...
Belli ki Aykut Kocaman futbolcuların kafasına gol yememe fikrini kazımış. Onlar da sahaya "oynamak" için değil, "yenilmemek" için çıkmışlar.
Filmlerdeki gibi
Bazı taraftarlara galibiyet sevinci yetiyor. Tuttukları takım yensin de, nasıl yenerse yensin.
Ben öyle değilim: Hakemin tartışılmayacak kadar yanlış bir kararıyla alınmış galibiyet ya da mesela düpe- düz kötü futbola rağmen gelen tur içimde bir burukluk yaratır.
Acaba bu bakış açısının kökeni nerede?
Gençken satranç turnuvalarına katılırdım. Zorlu bir karşılaşma olanca gerilimiyle devam ederken... Rakip "satranç körlüğü" dediğimiz ağır bir hata yaparak mesela vezirini, kalesini filan kaybeder. Niye? Çünkü "unutmuştur". Ağır sonuçları olan bir dil sürçmesi gibi bir şey... Futbolda iki, hatta üç oyuncunun, hakeme hakaretten kırmızı kart görmesi gibi bir durum.
Tamam o karşılaşmayı kazanırsınız, puanı cebinize koyarsınız ama içinizde bir tatminsizlik duygusu oluşur.
Çünkü rakibinizi kurallara uygun ve dış faktörlerin etkisi olmadan, sadece "zihin gücüyle" yenmek üzere tahtanın başına geçmişsinizdir. Galibiyet, "güçlü ve şık" hamleler dizisiyle gelen bir ödül olmalıdır... Karşı tarafın dalgınlığının sonucu değil.
Filmlerdeki gibi... Kahramanımız, yere düşen kötü adama doğru bağırır: "Kılıcını al ve benimle dövüşmeye devam et." Çünkü kötü adamı saf dışı ederken, ondan daha iyi olduğunu da göstermek arzusundadır.
Özetle: Oyunun sadece resmi kurallarına, etiğine ve geleneklerine uyulmakla kalınmayacak... Aynı zamanda göze hoş gelen, izleyene keyif veren, estetik bir galibiyet alınacak.
"Sen de ne çok şey istedin" diyeceksiniz... Haklısınız... Ama itiraf edin ki bu şekilde alınmış bir galibiyet olağanüstü bir tatmin sağlar. Süper seks gibi bir şey!