Mehmet Barlas dünkü yazısına, İngiltere'nin eski başbakanlarından Harold Wilson'ın bir sözüyle başlamıştı: "Değişimi ve gelişimi reddeden insan yapısı tek kurum mezarlıktır."
1916'da doğup 1995'te ölen Wilson, günümüz Türkiye'sini görseydi... Herhalde, "Sözümü geri aldım, mezarlıklar da değişiyor" derdi.
Evet, mezarlıklar da değişir. Mesela alanları genişler; giderek büyürler... Arap harfleriyle yazılmış ibarelerin yerini, Latin harfleriyle yazılmış olanlar alır mezar taşlarında... Bazen de küçülür mezarlıklar; yol geçer ya da köprü ayağı basar ortasına... Taşındıkları da vakidir...
Mezarlıklara karşı tutumlar da değişir.
Mezarlık yanından geçen dindar insanlar; durup ölülerin ruhuna dua ederken... Bazı uçuk gençler, gece yarıları demlenerek şiir okur mezarlıkta.
Ekonomik gelişme de değiştirir mezarlıkları: Bir de bakarsınız mütevazı mezarların yanına, müştemilat büyüklüğünde, görgüsüz ve görkemli anıt mezarlar yapılmaya başlanmış...
***
İsterseniz burada keseyim. Sanırım mezarlıkların da insan yapısı kurumlar olarak, sürekli değiştiği konusunda anlaşmışızdır.
Benim asıl değinmek istediğim değişim ise başka: Biz
siyasi cinayetlerle ölülerimizi adeta
zombileştiren bir ülkeyiz.
Haiti inancında "
yaşayan ölü" anlamına geliyor zombi. Büyü sayesinde gömüldükleri yerden kalkıp gelen ölüler onlar...
Bizim inancımızda zombilik yok elbette. Ancak ölüm ve defnediliş biçimleri, hayatın doğal akışına uymadığından... Bir türlü huzur bulamayıp geri geliyor ölülerimiz.
Geliyorlar ve öyle şeyler anlatıyorlar ki dehşet içinde kalıyoruz: İşte
Diyarbakır'daki eski
JİTEM (Jandarma İstihbarat) karargâhında süren kazı... Bu satırlar yazılırken
23 kafatası çıkarılmıştı topraktan.
***
Beyaz Toros ile almışlar... Korkunç işkencelerden geçirdikten sonra; kâh kafalarına bir kurşun sıkmışlar, kâh boğmuşlar, kâh yakmışlar... Ardından da, hayvan leşini ortadan kaldırmak istercesine, baştan savma şekilde gömmüşler toprağa...
Şimdi, tabii eğer
adli tıpçılar gereken ihtimamı gösterirse, bu kemikler
konuşacak: Hangi aileden geldiklerini, kaç yaşında olduklarını, ne tür bir işkenceden geçirildiklerini ve nihayetinde nasıl öldürüldüklerini anlatacaklar.
"
Kemikler gevezedir, yeter ki kulak verin" demiştim bir yazımda: JİTEM için çalıştırılmış PKK itirafçısı
Abdülkadir Aygan'ın... Devlet Övünç Madalyası sahibi, emekli jandarma albay
Abdülkerim Kırca hakkında anlattıklarıydı konu. (4 Nisan 2009)
"
Necati Aydın,
Mehmet Ay ve
Ramazan Keskin, JİTEM tarafından alındı. Silvan yolunda, Kâğıtlı Karakolu'nu geçince gündüz gözüyle bunlar dizüstü çöktürüldü. Abdülkerim Kırca, yakın mesafeden
kafalarına sıktı. Daha sonra toprağa gömdük" demişti Aygan.
***
Ölülerimizi zombileştiren tam da bu: Eğer onları yok edenler bulunup cezalandırılırsa... Ve geriye kalan kemikler inanca uygun biçimde toprağa verilirse... İşte o zaman huzur bulacaklar: Hem ölüler, hem yakınları, hem de toplum...
Yapılabilir mi? Elbette. Peki yapılır mı? Bilmiyorum. Baksanıza
Hrant Dink cinayetini gözümüzün önünde okeyci çaylaklara yıktılar. Plancılar ise terfi etti.