Ünlülerin ölümü karşısında fevkalade hassaslaşan insanlar vardır. Bırakın yerlileri, yabancı bir ünlünün dahi ölümüne ağlayanlar gördüm.
Onlardan değilim. Tanışmadığım, az da olsa birlikte zaman geçirmediğim, empati kurmadığım bir ünlünün öteki dünyaya göçmesi beni pek sarsmaz.
Ancak Apple'ı Apple yapan Steve Jobs'un (d. 1955) ölümüne üzülmedim desem, yalan olur.
Evet, Jobs'la da tanışmadım ama 'iPhone' aracılığıyla, sürekli yanı başımda duruyor gibiydi.
Belki de üniversite diploması olmadığı için Jobs, "mühendis zihniyetinden" ayrılıyordu.
***
Mühendisler harika işlere imza atarak hayatımızı kolaylaştırırlar. Ancak birçoğu, kendi alışkanlıklarımızı terk ederek, onların akıl yürütme biçimine uymamızı ister.
Ben o farkı, ilk kez bir
Renault otomobile sahip olduğumda anlamıştım. Bagajdaki hemen hemen hiçbir şey beklediğim yerde değildi.
Bu durumdan yakındığımda, bir arkadaşım,
"Fransız mühendisler böyledir, bizden ille de onlara ayak uydurmamızı isterler" demişti.
Bunun üzerine ekstra bir çabayla, arabanın bagajına değişik bir gözle bakmaya başlamış ve bir süre sonra adamların mantığını keşfetmiştim. Başlangıcı zor ama gerisi kolaydı.
***
Steve Jobs'un aklı ise onlar gibi çalışmıyordu: Çığır açan ürünlerini sunarken, bizden alışkanlıklarımızı, beklentilerimizi, önyargılarımızı kökten değiştirmemizi talep etmiyordu.
Yani,
"Bak harika bir ürün sunuyorum ama sen de inatçılık etme, ona uyum sağla" demiyordu.
Bir süre uzak durduğum iPhone'u kullanmaya başladığımda anlamıştım bunu... Sanki bir judocuyla karşı karşıyaydım: Merakımı, aceleciliğimi ve bilhassa doğal tembelliğimi bana karşı kullanıyordu bu hınzır.
Piyasanın makro talebini değil, bireyin mikro arzusunu karşılıyordu Jobs'un ortaya attığı konsept.
İnsan ile makine arasındaki kategorik ayrımı cep telefonu düzeyinde kaldırıyor, bizi tereyağından kıl çekercesine dijital âlemin içine sokuyordu.
***
Çağımızın en yaratıcı insanlarından biri olan Jobs'u, biraz daha iyi anlamak için, ölüm karşısındaki tavrına da değinmek zorundayız...
Stanford Üniversitesi'nin
2005 mezuniyet gününde yaptığı konuşmada, yaşam ve ölüm diyalektiğini muhteşem bir biçimde anlatmıştı:
17 yaşındayken bir özlü söz çarpar Jobs'u:
"Eğer her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, ileride bir gün kesinlikle haklı çıkacaksın."
İşte bu söz çok etkiler Jobs'u... O kadar ki hayatı boyunca her sabah aynaya baktığında kendi kendine şöyle mırıldanır:
"Eğer bugün hayatımın son günü olsaydı, şu anda yapmaya hazırlandığım şeyleri yine de yapar mıydım?"
Bu soruya verdiği "Hayır, yapmazdım" cevabı artmaya başladığında, artık bir şeyleri değiştirmesi gerektiğini anlar... Ve değiştirir!
***
Öleceğini bilmek, bunu derinden hissetmek, Steve Jobs'un bazen çok önemliymiş gibi gelen tali kaygıları bir yana bırakmasına ve gerçekten önemli olan şeylere odaklanmasına yol açar.
"Ölüm, hayatın en büyük icadı" demişti o gün Jobs;
"Hayat kendini ölüm sayesinde yeniliyor. Eskiyi temizleyerek yeniye yer açıyor."
Sonra da öğrencilere bakmıştı: "Şimdi yeni olan sizsiniz. Ama çok da uzak olmayan bir gelecekte, eskiyip yok olacaksınız. Böyle dramatik laflar ettiğim için kusura bakmayın ama gerçek tam da bu!"
Yaratıcılıkta bu kadar ileriye gitmiş bir insanın, hücrelerine yerleşmiş ölümle böylesine barışık olması...
Bilgelik dedikleri bu olsa gerek!