Değinmiştim: Dede Korkut Şenlikleri vesilesiyle bir araya geldiğimiz sanatçı ve akademisyen Hüsamettin Koçan ile Türkiye'nin nasıl da değiştiğini konuşuyorduk.
Bayburt kent merkezine 45 km. uzaktaki Bayraktar köyünde dünyaya gelen Hoca, "Bizim buralarda hiçbir evin içinde tuvalet yoktu" dedi. Millet oraya buraya yaparmış...
Sonra dağlara bakarak devam etti: "Banyo da yoktu..." Ayda yılda bir yıkanırlarmış. "Bugün ise tuvaletsiz, banyosuz ev yok. Ayrıca herkesin evinde telefon var."
***
Hoca banyo meselesine temas edince hatırlayıverdim: Otobüsler artık
"ekşi ekşi" kokmuyor!
Ben ilk kez
Engin Ardıç'ın fi tarihindeki bir yazısında okumuştum: Halkın durumunu anlatırken, otobüslerin "ekşi ekşi koktuğunu" söylemişti.
Gerçekten de öyleydi: Kırk yıldır belediye otobüsüne binerim. Son zamanlarda fark ettim ki kokuları değişti.
Hayır, olay yeni otobüslerin klimalı olmasından kaynaklanmıyor. Çünkü
halk otobüslerinde klima yok. (Olsa da çalıştırmıyorlar.) Ama onlar da "ekşi ekşi" kokmuyor.
"Ekşi ekşi" kokmak, basit bir
"ter kokusu" değil... (Bugün de sayıları, eskiye kıyasla ciddi biçimde azalsa da, sürüyle ter kokan insana rastlıyoruz.)
Tam da Hüsamettin Hocanın anlattığı şekilde
"ayda yılda bir hamama gidenler" ekşi ekşi kokardı.
Şimdi o tarz bir koku kalmadı. Belediye otobüslerinin şoförleri klimayı çalıştırdığı için
"püfür püfür" yolculuk edebiliyorsun kent içinde. (Sabah ve akşam otobüsler balık istifi oluyor tabii ama konumuz o değil.)
***
Benzeri bir koku deneyimini uçaklarda kıyaslamak mümkün.
THY ile
Anadolu Jet arasında bir
"zümre ve sınıf" farkı oluştu ya...
Anadolu Jet, adı üstünde, Anadolu'nun gelişen
orta sınıfını taşıyor. THY'de ise
"anşante" tipler daha fazla... THY her zamanki gibi
"parfümlü" bu yüzden...
Ama önemli olan şu: Anadolu Jet, parfüm kokmasa da, asla "ekşi ekşi" kokmuyor.
Çünkü artık her evde banyo var.
***
Hatırlamaya devam: Çocuk aklımızla,
Sean Connery'nin canlandırdığı "klasik"
James Bond filmleri hakkında konuşurduk.
"Oğlum" demişti mahalleden bir arkadaş,
"adam her sabah duş yapıyor. Mis gibi kokuyordur..."
Bunu duyan bir başkasının
Türklük damarı kabarmıştı:
"Oğlum, duş yapıyor sadece, insan öyle temizlenmez ki... Keselenmek gerekir..."
Diğerleri baş sallayıp onaylarken hiçbirimizin aklına,
"Tamam ama bizim evlerimizde zaten duş yok ki" demek gelmemişti. Genellikle pazar günleri yakılan, sobalı banyo kazanı vardı o zamanlar.
***
Biz
modernleşmeyi genellikle duble yollar, yüksek apartmanlar, devasa iş merkezleri olarak algılıyoruz.
Halbuki bu işin bir de
"mikro" boyutu var ki bence çok önemli: Ücra köşelerde; banyolarda, tuvaletlerde, yatak odalarında neler oluyor, oralara da bakmak gerek.
Bence asıl zihniyet değişimi kuytu mekânlarda gerçekleşiyor:
Yer: SABAH'ın
İkitelli'deki modern binası (şimdi orada İş Bankası var)... Tarih:
1990'lı yılların ilk yarısı... Rahmetli
Ercan Arıklı'nın patronajında dergicilik yapıyoruz...
"Gazete" ekibinin bulunduğu ikinci kattaki tuvaletlere asla gitmezdik. Onların tuvaletleri (biz dergicilere göre) pis olurdu! Reklamcıların çalıştığı birinci kata (giriş) inerdik.
***
Aradan geçen
15-20 yılda çok şey değişti. Fark kalmadı. Sadece eğitim seviyesi yükselmekle kalmadı. Ortak alanları hor kullanan şuursuzların sayısı da azaldı.
Belediyenin yol kenarlarına diktiği çiçeklere bakın: Uzun süre yerlerinde kalıyorlar. Halbuki eskiden üç günde canlarına okunurdu.
İşte gerçek zihniyet değişimi bu...