Genelkurmay yine üstüne vazife olmayan bir konuya karıştı: Dün yaptıkları açıklamada, her zamanki klişeleri sıraladıktan sonra, Anayasa'nın 3'üncü maddesine değiniyorlardı.
Nedir bu maddedeki ilgili bölüm?
Hatırlayalım:
Madde 3: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir."
Konuyu biraz açalım...
Neyin dili Türkçe'dir? Devletin...
Bu söz ne anlama gelir?
Yani devletle ilgili konuşmalar ve yazışmalar Türkçe yapılır. Okullarda Türkçe öğretilir.
Güzel... Peki bugün sokağa çıktığımızda birçok mağazanın, markete gittiğimizde birçok yerli ürünün İngilizce isme sahip olduğunu görüyoruz.
Bu durum Anayasa'nın 3'üncü maddesine aykırı mı?
Bazı ultra ulusalcılara göre öyle...
Halkın, siyasetçilerin ve bürokratların çoğunluğu ise böyle düşünmüyor: "Mağaza ya da marka adının, devlet işleriyle bir alakası yok" diyorlar.
***
Evet, devletin dili Türkçe ama bizim
İngilizce,
Fransızca,
Almanca öğretim yapan liselerimiz, üniversitelerimiz var.
Üstelik bu okullar ya
Milli Eğitim Bakanlığı'na ya da
YÖK'e bağlı; yani devletin parçası...
O halde şunu tartışmalıyız:
Kürtçe niye öğretilmesin?
Türkçe devletin dili olarak kalır. Ama bazı okullarda Kürtçe
"de" öğretilir ya da Kürtçe seçmeli ders olarak okutulur.
İngilizin, Fransızın diliyle yaptığımız bir şeyi, kendi vatandaşımız olan Kürtlerden niye esirgiyoruz?
***
Bu meselenin bir başka yönü de yer isimleri...
Örneğin
"Dersim" dediğimiz yerin adı,
1935'te "Tunceli" olarak değiştirildi.
Bugünse gazetelerde, ekranlarda, kahvelerde, kantinlerde,
1937-38 katliamından söz ederken Dersim kelimesi sıkça kullanılıyor.
Peki, kullanılıyor da ne oluyor?
Hiiiiç! Hiçbir şey olmuyor.
Tam tersine, 1923'ten itibaren devlete hâkim olan askeriyenin
"güvenlik" merkezli tutumu yol açtı bunca gözyaşına... (
Not: Onların "güvenlik" kavramını,
"kendi çıkarlarına uygun bakış" olarak okuyunuz!) Emekli generaller, Kürt sorununu ele alış biçimlerinin yanlış olduğunu itiraf etmediler mi?
"En basit Kürt taleplerinden bile korktuğumuz için olay kangren oldu" demediler mi?
Geçen
80 yıl içinde hata üstüne hata yapan...
İşin kötüsü, yaptıkları hataların bedelini halkın sırtına yükleyen askeriyenin, artık bu tip
kültürel-politik konularda çenesini kapaması gerekiyor.
***
PKK'yı bir yana bırakırsak; bugün
'Kürt Sorunu'nun özünü
dil oluşturuyor.
"Dile dokunmayın" demek,
"Sorunu çözmeyin" demektir.Askeriyenin bu tip müdahaleleri ortamı gerer ki sonu ateşkesin bitmesidir...
Türkiye'nin seçilmişleri aptal değil:
Tartışırlar, çekişirler ama sonunda bu meseleyi siyaset kurumu içinde çözerler.
Baksanıza, BDP Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş, TBMM'nin iki dilli olması ya da TBMM'de Kürtçe konuşulması gibi bir talepleri bulunmadığını belirtti.
Bırakın bir başkası da
"Devlet iki dilli olsun" desin... Tartışmalar sonucunda makul yol bulunacaktır.
Asıl tehlike, toplumdan gelen talepleri susturmaya kalkışmaktır ki 26 yıldır süren savaştan ders almayan askeriye tam da bunu yapıyor.
Not 1: Twitter esprisi...
"TSK yaz, 1919'a gönder, muhtıran cebine gelsin."
Not 2: Dilin
arz-talep yönünü unutmayalım.
Evet, Meclis'te Kürtçe nutuk çekmek güç gösterir olabilir ama Türkiye nüfusunun çoğunluğu anlamadıktan sonra ne işe yarar ki?