On bir yaşındaydı. Hani yeni inşa edilen sinemalı, havuzlu sitelerin reklamlarında oynayan "sarı saçlı, mavi gözlü" kızları andırıyordu.
Bir arkadaşımın akrabasıydı. Zeki ve duyarlı olduğu her halinden belliydi.
Biz ilgilenince, annesi çantasından bir gazete kupürü çıkardı gururla... Çocuk ilavesinden kesilmiş kupürde kızının yazısı vardı.
Çevreyle ilgili bir yazıydı bu: Betonlaşmadan yakınıyor, "Pek yakında biz çocuklara hiç oyun alanı kalmayacak" diyordu.
***
Biraz da muziplik yapmak için, "Kentlerin betonlaştığı doğru... Peki sen Türkiye'deki orman miktarının azalmadığını, tersine arttığını biliyor musun" dedim.
"Saçmalama" dercesine yüzümü baktı. Ciddi olduğumu görünce şaşırdı. Kafası karıştı. Yardım istemek için annesine baktı. Annesi, "Hiç olur mu öyle şey" dedi...
"Gazetelerdeki haberleri görmediniz herhalde" dedim.
Tam da beklediğim gibi, anne önyargılarını savunmaya kararlıydı:
"Hükümetin uydurmalarından biridir" dedi, malumu ilam edenlerin rahatlığıyla.
***
"Bana inanmıyorsanız ona sorun dedim. "O" dediğim, orman fakültesinden mezun olmuş bir gençti. Okuldan sonra ticarete atılmıştı.
Bir etkinlik nedeniyle sabahtan beri birlikteydik. Tesadüfen tam da bu konuyu konuşmuştuk. "
Muhafazakâr" denilen tiplerdendi; her binişimizde motoru rektifiyeli arabasını o kadar hızlı kullanmıştı ki ödüm kopmuş, yaşlandığımı hissetmiştim. (
Not: "Ölürsem kabrime bir otomobil jantı konulsun isterim" demişti tüm samimiyetiyle. Söyledim ya, o bir muhafazakârdı!)
Saymaya başladı: "
Rusya'da,
Finlandiya'da,
İsveç'te,
Kanada'da enstitüler var... Dünya ormanlarını izliyor bu kuruluşlar... Sadece
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın değil, o enstitülerin de verdiği bilgilere göre orman varlığımız artıyor."
Anne, bunları söyleyen delikanlının "muhafazakâr" oluşuna bakarak, verilen bilginin yanlış olduğuna emindi.
İtiraz etti: "Ne yani mesela
TEMA Vakfı boşuna mı çalışıyor?"
"Onlarınki reklam..." dedi ormancı delikanlı, "5 bin ağaç ektik' diye böbürleniyorlar. Biz staj yaparken tek seferde bir milyon tohum atardık."
TEMA'ya laf söylenmesi, özellikle "çağdaş" anneyi çok rahatsız etmişti.
"Bakın 15 yıl önce buraları yemyeşildi" dedi, "Ama şimdi her taraf apartman doldu."
"Tabii ki öyle... Büyüyen kentlerde durum sizin dediğiniz gibi... Ama biz Türkiye'den, koca ülkeden bahsediyoruz: Orman varlığımız artıyor!"
Sohbet,
"türbanlı oranı artıyor mu, azalıyor mu" tartışmasına dönmüştü adeta.
Tam da öyleydi zaten: "Çağdaş" anne türbanlıların arttığına, ormanların ise azaldığına emindi.
Hiçbir bilgi onun bu kemikleşmiş yargılarını değiştiremezdi.
***
Not: Bu yazıda anlatılanlar gerçektir. Olay
Trabzon'da geçmişti.
Şimdi hatırlamamın nedeni,
Boğaz'a yapılacak
3'üncü Köprü ve çevre yolları nedeniyle depreşen
"ağaç fetişizmi"...
2 milyon ağacın kesileceğini iddia ediyorlar. Rakama itirazım var ama bir an için doğru olduğunu varsayalım...
Ne var bunda? Bugün 2 milyon kesersin, yarın
4 milyon ağaç dikersin.
Artık işler eskisi gibi değil: Yeni
teknik ve
teknolojiler kaybedilen ağaçları, hızla yenilememizi mümkün kılıyor.
Kafkaslar'dan gelen
Karadeniz Otoyolu, Balkanlar'a bağlanacak. İstanbul'u beslemek için de gerekli o köprü ve çevre yolları. Yapmaya mecburuz.
Üçüncü köprüye karşı çıkanları izlemiştim ekranda: 10 protestocudan 9'unu gözüm bir yerlerden ısırdı; ben diyeyim
Cumhuriyet mitingleri, siz deyin "Hayır"cı kalabalıktan bir kesit. Tek bir büyük aile gibi!