Adalet Bakanı Sadullah Ergin, geçen gün şöyle dedi: "Abdullah Öcalan kullanılıyor. BDP de, Kandil de figüran...
Terörün arkasında daha büyük bir uluslararası sistem var. Öcalan dahil tüm PKK'lılar figüran, beyin Avrupa'da... Avrupa'dan iki ülkenin istihbarat örgütleri PKK'ya destek veriyor..."
Tamam ama "yabancı destek" yaklaşımını dikkatli biçimde kullanmak gerekir.
Çünkü farkında olmadan, "aslında böyle bir sorunumuz bulunmuyordu, hiç yoktan yaratıldı" deyiverirsiniz.
Yani "Türkiye'nin Kürt sorunu diye bir temel meselesi yoktur" demeye başlarsınız.
Halbuki hiçbir yabancı istihbarat servisi, olmayan bir sorunu, durup dururken yaratamaz. Ancak var olanı çomaklayarak büyümesine yol açarlar.
GK Başkanı Başbuğ ne demişti: "Ortalama 6 bin kişiden hesaplarsak; biz örgütü tam beş kere yendik."
Halbuki uydurulmuş bir sorunda böyle bir kendini yenileme mümkün olmaz. İnsanlar durup dururken, öleceklerini bile bile dağa çıkmaz.
***
Peki, Bakan'ın sözünde gerçek payı yok mu? Elbette var. PKK'nın hem
Ortadoğu'da, hem
Avrupa'da bağları bulunuyor.
Koca bir orduya karşı savaşırken, ister istemez başka devletlerle işbirliği yaptı.
Mesela bugün
Suriye ile aramız iyi. Vizeler kalktı. Gazeteler,
"iki ülke tek ekonomi" diye başlık atıyor.
Ama
15 yıl önce Suriye'nin, Türkiye'ye karşı en büyük kozu PKK idi. Apo,
Şam'da barınıyordu, daha ne olsun?
Gelelim Avrupa'ya... Türkiye ile
İsrail bozuşunca ABD Başkanı
Obama,
"Avrupa'nın, Türkiye'ye kucak açması gerek" dedi.
***
Aslında hızla gelişen ekonomisi ve bölgedeki siyasi etkinliği nedeniyle,
Avrupa Birliği'nin, bırakın müzakereleri filan, Türkiye'yi
kırmızı halı döşeyerek birliğe alması gerekiyor.
Ama tam da bu olumlu özellikler, AB'nin
statükosunu sarsacak.
AB'nin
lider ülkeleri, güçlerini Türkiye ile paylaşmak zorunda kalacaklar.
Peki, ne yapmalı?
Basit: Önce PKK'yı el altından desteklersin... Sonra da
"Türkiye iç meselesini çözsün, öyle gelsin" dersin.
Tabii bununla yetinmez,
Ergenekon şebekesini ve ona arka çıkan
medyayı da desteklersin.
Dilini bilmediğim bir Avrupa ülkesinden gazetecilerin yer aldığı yemekte bu fikrimi söylemiştim de... Popolarına iğne batırılmış gibi hoplamışlardı.
Diğerleri itiraz ederken, sadece biri, ciddi bir yüz ifadesi ile "Kanıtın var mı" demişti. Aklımdan onun "görevli" olduğu geçivermişti.
Amma da uçmuşum, değil mi?